"Güneş ile gece, ay ile gündüz buluştuğunda, bilmene izin vereceğim."
Dördümüzde adımlayarak boş koridorda dolaşıyorduk. Min ve Kim ikilisi lalisayı tanımadıkları için ondan uzak duruyorlardı. Lalisanın ise pek bizi umursadığını sanmıyordum. Nihayet başka bir odaya geldiğimizde kapıyı açıp içeri girmiştik. Bu sefer bir adam benim gibi yatakta uzanmış benim gibi elleri bağlı uzanıyordu. Kendisini bir süre izledim. Bu sima bana yine tanıdık geliyordu. Sahi ben burda olan insanları neden tanıyordum veya görmüşlüğüm vardı? Bunları düşünürken, adam bir anda bize bakmış, kopkoyu irisleriyle her birimizi teker teker süzüp bende oyalanmıştı.Gözleri, gözlerini apayrı bir vibe sunuyordu ortama.
Sanki gece denizinde, Ay'ın yansıması gibiydi. Siyah bir deniz, ortasında parlayan Ay'ın beyazlığı. İrislerine bakarken kendinizi denizin ortasında, ışığın tam yansıttığı yerde bulursunuz. Dört bir yanınız milyar taneli su damlacıklarından ibaret olup, sadece yıldızları görebilirsiniz. Diğer tüm etraf karanlıktır ve sadece siz parlarsınız.Ancak su derindir her ne kadar bir süre su üstünde dursanızda elbetteki batarsınız. Ama kim bilir? Denizin sahibi sizi kurtarırsa o zaman işler değişir.
"Jeonun dalgaları acımasızlığı dışa vurur. Ne kadar çırpınırsanız çırpının su üstünde kalamazsınız."
Jeon jungkook mavi saçlara,koyu irislere ve şekilli vücut yapısına sahiptir. Kendisi, Kim namjoon gibi soğuk bir tavır sergiler etrafına. Üreticidir ve aynı zamanda keskin bir zekaya sahiptir. Boş laf yapmaz.
Kim, jeonu çözüp olayları anlattığında ben ağlıyordum. Yaşadaklarımın yükünü taşıyamıyor,düşecekmiş gibi oluyordum. Kimseye göstermemeye çalışıyordum ancak lalisa fark etmiş olacakki gözünü benden ayırmıyordu. Şahin bakışlı olduğunu söylemiş miydim?
Anlatma faslı bittiğinde jeonun yüzünde kızgın bir ifade vardı. Bir şeyi aşırı derecede sorgulayarak düşünüyordu. Bu hali aşırı etkileyiciydi. Ben bunları en alakasız yerde düşünürken, Yoongi fazla vaktimizin olmadığını, hemen diğer kişileri bulup buradan çıkmanın bir yolunu bulup, gitmemiz gerektiğini söylüyordu. Haklıydı. Bu absürt yerden gitmemiz gerekiyordu. O yüzden ilerlemeye devam ediyorduk. Lalisanın gözleri herkesi tarıyorken bende taramasından eskik kalmıyordum. Onla hiçbirşey konuşmamıştık. Aslına bakarsanız ben konuşmak istiyordum. Ama onun ne düşündüğünü bilmeden adım atmayacaktım. Düşüncem bu yöndeydi. Jeon ise düşündüğü şeyden arınabilmiş, bana doğru gelmeye başlamıştı. Siması bana hala tanıdık geliyordu ama çıkaramıyordum. Yanımda durup yürümeye devam ederken konuşmaya başladı.
"En son ne yaptığını hatırlıyor musun?"
Hatırlamıyordum. Diğer anılarımıda hatırlayamıyordum.
"Malesef hatırlamıyorum, kaçırılmadığım günlerdede ne yaptığımı hatırlamıyorum. Ne kadar saçma. Kim bizi niye kaçırsın ki? Rakip olarak hayatımda sadece lalisa vardı. O da kaçırıldıysa-"
"Hey hey sakin ol biraz. Merak etme, elbet bir gün çıkacağız. Telaş yaparsak bir yere varamayız. Evin her tarafı şifrelerle dolu. Görebilmek zor değil. Evi kim düzenlemişse belli ki oyun istiyor."
Rahatlamamıştım, ama en azından yanlız değildim bu koskoca evde.
"Ah haklısın."
Yürümeye devam ediyorduk. Ve ben yürürken jeona bakmadan duramıyordum. Koyu irisleri etrafta geziniyor, deniz mavisini andıran saçları her kafasını oynattığında süzülüyordu ve harika bir görüntü sunuyordu. Yani bana.
En sonunda diğer bir kapıya geldiğimizde, kapıyı Lalisa açmıştı. Odada bir erkek, ayakları ve kolları bağlı bir şekilde sandalyede oturuyordu. Sandalye turuncu renkte ayakları ise yeşildi. Adamın ellerinin bağlı olduğu pembe renkli düz mendildi kucağında durduğu turuncu renkle yazılan yazıyı alıp, onu ben çözmeye başladım. İlk defa bu kişiyi tanımıyordum. Hatta hiçbirimiz tanımıyorduk. Tanımadığımız için biraz tırsmıştım. Ama o da bizimle aynı durumdaydı. Herkese kendini tanıttığında bende onu inceliyordum.
Kahvenin en açık renginde saçları vardı mesela. Koyu turuncu gözlere sahipti. Etkileyci ve manipüle edici bakışlarıyla tutsak ediyordu sizi. Göz hapisinden kurtulamıyordunuz. Size bakmasa bile göz açık olduğu için her daim size bakıyormuş gibi gözüküyordur. Bu kişi,
"Jung hoseok"
"Jung kibar bir kişiliğe sahiptir. Kolayca insanlarla iletişim kurabilen, aynı zamanda etkileyip karşıdaki insanın soğuk biri olmasına rağmen, onunla konuşmasını sağlar.
Aslında hipnoz gibidir jung. Siz daha olayı anlamadan o ortasına gelir. Ancak. Hipnoz da sahtedir elbet. Aynı duyguları kontrol edebilen jungun size oynadığı oyunlar gibi.Ona tüm hikayeyi anlatırken bir yandan önümde yürüyen jeon ve manoban ikilisine bakıyordum. Kendi aralarında sohbet ediyor, konuştukları şey ne ise çok derin düşünceyle konuşuyorlardı. Dinlemeye çalışıyordum ama hoseoka olanları anlatmam gerek olduğu için planlarım başarısız oluyordu. Yanımda jung, arkamızda Min ve Kim ve önümüzdede lalisa ve jeon ile birlikte karışık bir şekilde yürüyorduk. Hoseokla konuşurken bakışları altında ezilmemeye çalışıyordum ancak çok yoğun bakıyordu.
Geriye kaç kişi kalmıştı? Daha ne kadar burada kalacaktık? Veya, bu insanlara güvenebilecek miydim? Bu gibi karanlık soruların vücudumu ele geçirmesine engel olamıyordum. Kimseye belli etmek istemiyordum ve bu çabam ayrı bir panik olmama neden oluyordu. Su bulmam lazımdı, ama bu yerde su veya erzak var mıydı ki? Bu düşüncemi onlarla paylaşma kararına vararak,
"Su nasıl bulacağız? Veya erzak? Mutfağa gidip bakmamız gerekmiyor mu?"
"Tüm herkesi bulduktan sonra bakarız" dedi Kim.
Başımı sallayarak onayladım ve yoonginin yanına gidip yürümeme devam ettim. Bu sırada hoseok jungkookun yanına, Lalisada Namjoonun yanına gitmişti. Bir konu konuşuluyordu ama kimse bana bahsetmiyordu. Şüphelenmeye başlamıştım. Ya bunlar beni kaçırıyorsa diye düşünmeden edememiştim. Bu düşüncelerimi Lalisanın sözüyle bölmek zorunda kaldım.
"Tüm farklı renkli yazı kalemleriyle yazılmış kağıtları bulduğumuzda ilk ipucumuzu bulabiliriz."
Herkes onaylayan cevaplar verdiğinde ben susmuştum. Onunla konuşma cesaretine sahip değildim henüz.
Bir sonraki kapıya geldiğimizde kapı renginin farklı olduğunu fark etmiştim. Ama diğerleri umursamayınca ,bende umursamayarak odaya geçiş yaptım. Geçiş yapmamla birlikte şok olmam bir olmuştu. Çünkü gözleri ve ağzı bağlı bir kız, etrafında olan çeşit çeşit erzaklar ve biz duruyorduk. Herkes şok olmuş derecede kıza ve erzaklara bakıyordu. Tamam şu konuya açıklık getirelim. Çok susamıştım ve önümdeki su bana çok güzel bakıyordu. Suya yönelecektim ki arkamdaki güzeller güzeli rakibim kolumdan tutup bağırmaya başlamıştı.
"Aptal mısın! Ne yapıyorsun. İçinde ne olup olmadığını bilmediğin bir şeyi içemezsin."
Lalisa ilk defa benle konuşmuştu. Aslına bakarsanız şaşırmıştım. Ve bu yüzümede yansımıştı.
"Ben çok susadım. Ayrıca başka erzaklarımız yok tabiki birimizin deneyip tatması lazım."
"Ona daha sonra karar veririz. Şimdi kafana göre hareket etme"
Ben lalisayla uğraşırken jeonda kızı çözüyordu. Kız bize baktığında oldukça korkuyordu. Ona anlatmaya çalışıyorlardı ancak kızın onları dinlediğinden emin değildim. Kız parlak koyu irislere ve güneş sarısına benzeyen saçları vardı. Saçlarına bakarken hayran kalmıştım. Gerçekten güzel saçları vardı. Saçlarına baktığınızda Güneşin karşısında bir alev gibi yanıyordunuz. Ama gözleri tam tersiydi. Gecenin karanlığında titreten bir bakışı vardı. Yani önünüzde en sıcak günleri yansıtan bir güneş, ancak etrafınız kapkara sarmaşıklarla sarmalanmış bir yer. Bu kişi,
"Park Rose"
Park sakin bir kişiliğe sahiptir. Aslına bakarsanız sessizliğiyle ve sakinliğiyle insanı delirtir. Ama karşısındaki delirirken bile sakindir. Karşısındaki dayanamaz. Şizofreni belirtileri yaşar belkide hayatının sonunu getirebilir bu hareketler kim bilir? Park içindeki şeyleri sakinliğiyle dile getirir. Bağırmasına gerek yoktur. Gözlerine baktığınızda herşey anlaşılır zaten. Ama kendi sakinliğide kendine bela olur. Her bir durumda sessiz kalmak içten içe demek istediklerini yutar. Park Rose sessizdir. Bir varlığa aptal hissettirecek kadar da, seslidir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Morire ''Taekook
FanfictionNefret bir gün beni seçeçek el. Mezarıma bir gül ekecek. O gül o gün onun gökyüzü. Bastıracak bir gün bir hüzün. O gün o hüzün benim gökyüzüm.