"Sen belki beni unuttun, ama ben sonbaharının anılarında kaldım. Yine de yıllar sonra gelsen, öldüğüm gün bile gelsen, küçük çocuklar gibi sevineceğim. Ağlayacağım uzun uzun. Sonunda diyeceğim, sarılacağım sana."
Erzak dolu odada; ben, lalisa, hoseok, namjoon , jungkook ve rose öylece duruyorduk. Onlar park'a olan biter herşeyi anlatmış ve bu erzakların ne olduğunu sormuştu. Ancak rose bilmediğini ve siz gelmeden önce gördüğünüz haldeydim, diye yanıt vermişti. Ne yapmamız gerektiğini bilmiyorduk. Ben,
"Erzakların zehirli olup olmadığını denemek için bir gönüllüye ihtiyacımız var. Böyle durursak en fazla beş gün susuz ve yemeksiz hayatta kalabiliriz. Çözüm üretmemiz gerek. Pekala kimler gönlüllü?"
Bir kaç kişi parmak kaldırırken rose sakin bir sesle,
"Durun"
"Ne oldu"
"Köşede bir renkli bir su var görmüyor musunuz"
Evet. Odanın en köşesinde sarı renkli bir parlak su, kare bir kabın içerisinde duruyordu. Hepimiz o suya yöneldik. Kabın üzerine sayı şifresi ile açılan bir kilit vardı. Üzerinde de bir kağıt. Kağıdı elime aldım sesli bir şekilde okumaya başladım.
"Vardır 9 huyum, 9 yemek,
9 suyum. vardır aralarında bir hain, 8 ayrıt, 8 hücum.""Ne"
"Tanrı aşkına ne diyor bu?"
Herkes bir ağızdan konuşuyor, şifreyi anlamaya çalışıyorlardı.
"Ben anladım"
Jeon bir pürüz barındırmayan sesiyle dikkatimizi ona vermemizi sağlamıştı.
"Fark ettiyseniz erzakların yanlarında aynı ve farklı renklerde sıvı tüpleri var. Yani bu sıvı tüpleriyle ne yapmamız gerektiğini daha anlamış değilim. Ama kağıtta 9 huyum var yazıyor ve biz yedi kişiyiz."
"O zaman geriye iki kişi kaldı"
Namjoonda duygu barındırmayan sesiyle jeona katıldığında, işler yerine oturmaya başlamıştı. Yani mantıksız gelmesi lazımdı ama şuan en mantıklı fikir bu gibi duruyordu. O zaman işlerin tam oturması için bir söz daha kattım ortama.
"O iki kişiyide bulursak, belki erzaklara ulaşabiliriz."
Yaklaşık 10 yada 15 dakikadır yürüyorduk. Üst koridorda dolaşıyorduk ve bir sonraki kişiyi bulmak için odalara bakıyorduk. Lalisa ve jeon ikilisi çok samimi bir şekilde önümde ilerliyor, yanımda rose, min, kim ve jung üçlüsüde arkamda ilerliyordu. Rose onunla yürüdüğümden beri hiçbirşey söylemiyor, sadece yürüyordu. Bende onu izliyordum. O da bilmesine rağmen nehirlerime bakmıyor, okyanusun ufuk çizgisine bakar gibi önünü izliyordu. Tırsmıştım. Pek üzerinde durmadım ve izlemeyi kestim. Önümdeki ikili çok sinirimi bozuyordu.
Ben sinir krizleri yaşarken bir sonraki odaya doğru yol almıştık. Kapıyı Min açıp içeri girdiğimizde, karşımızda bir adam yerde, uzanmış bir vaziyette elleri ve ayakları bağlanmış bir şekilde uzanıyordu. Odada kirli görünümü veren duvarlardan başka hiçbir şey yoktu. Yer ise tozlu bir kahverengi, tavan ise beyaz bir renkle örtüyordu ortamı. Yerde uzanan kişinin gözlerine baktığınızda kendinizi terk edilmiş kahverengi ormanların eskimiş kahverengi rengi ağaçlarının altında uzanmış, ağaçların arasından sızan minik güneş yüzünüze çarpıyormuş gibi bulunuyordunuz.
Hayal kırıklığı, hüzün ve yanlızlık.
Bu duygular çok karmaşık hissettirmişti beni. Gözlerine bakamadım. Olmadı. Bir göz teması kurmak beni kırk yerimden bıçaklamıştı. Yapamamıştım. Lisa adamı çözüyor, jeon ona yardım ediyor, min, kim ikilisi adama olanları anlatıyor, ben ve jung izliyorduk. Min adamın ismini sorduğunda,
"Park jimin"
Park endişeli bir yapıya ve telaşlı hallere sahiptir. Kendisi bir olaydan kesin bir sonuç alana kadar peşini bırakmaz. Park jimin kesinliğie ulaşmanın yolunu arar ancak, işler ayrıntılarda gizlidir.
Geriye son bir kişi kalmıştı. Park jimin kimseyi umursuyor gibi değildi. Biz ayrı o ayrı bir şekilde bu evin boş tozlu koridorlarında son kişiyi arıyorduk. Ben hepimizin birlik olmalıyız düşüncesine sahiptim. Park bizden ayrı kalırsa muhtemelen bir sonuca varamaz, burdan çıkamazdık. Bu yüzden yanımda yürüyen Min'i geride bırakarak park'a yöneldim. Kendisi beni hala fark etmemişti.
"Hey"
İrkilip hızla arkasını döndüğünde bende en az onun kadar korkup geri çekilmiştim. Ben olduğumu anladıktan sonra iç çekip yürümeye devam etmişti. Dikkat çekmek için,
"Park neden kimseyle konuşmuyorsun?"
"Seni ilgilendirmiyor"
"Ama bizimle olmazsan bu evden nasıl kurtulmayı planlıyorsun? Bize darılırsan sadece işini zorlaştırırsın"
"Bak!"
Hızla yeniden arkasını dönmüştü. Bu sefer dimdik durmaya devam etmiştim.
"Sadece kendi işine bakamıyor musun? Kendime özel sebeplerim var. Çekil şimdi."
Beni itip yoluna devam etmişti. Neden bu tavırları takındığını anlamıyordum. Bu konuyu sonra düşünecektim çünkü bir sonraki odaya varmıştık.
Odanın rengi pembe eşyalarla süslenmiş, duvarları pembenin en rahatsız edici rengini kullanılmıştı. Beğenmez bir tanıyla gözlerimi kısmıştım. Jeon yanıma doğru adımlayarak beni sırtımdan tutup odaya giriş yapmamı sağlamıştı. Teşekkür ederek tavana baktım. Sonuncu kişi olmalı ki (?) Elleri havada asılı bir adam duruyordu. Başı yere bakıyor, ayakları aşağıda hafif sallanıyor, kahve saçları sallanıyordu. Bana. Tanıdık geliyordu. Sallanan saçları bana birşeyleri hatırlatıyor gibiydi. Karşımdaki adam bizi sezmiş olacakki başını kaldırdı. Göz göze geldim. Mavinin en koyu irislerinin sahibi benim eski yakın arkadaşımdan başka biri değildi. Büyük kavgalar ile yollarımı kestiğim arkadaşım karşımda bağlı bir şekilde duruyordu. Bu kişi,
"Kim seokjin"
"Sana inanamıyorum!"
"Yapmadım!"
"Babamın bana neler yaptığını niye tüm medya konuşuyor o zaman!"
"Tanrı aşkına sadece bana mı anlattın? Yemin olsun ki hiç kimseye birşey anlatmadım."
"Sadece sana anlatmıştım. Ama anlıyorum ki bazı insanlar senin yarana bant olmak yerine tuz oluyor. Tüm bu dedikoduları bir iki lafımla silebilirim ama sen kendi lekeni silemezsin!"
"Elinde kanıt yokken beni suçluyorsun jin. Ben senin en yakın kişilerinden biriyim, nasıl yapıyım?"
Kapıyı çarpıp gitmişti. Bana acıyan irislerle kapının sesini duymuştum. Hızı çarptığı için havada dolaşan toz parçaları ağlama isteğimi daha çok getiriyordu. Birdaha görüşmedik. Onu çok özlemiştim.
Mavi irisleri ve siyah saçlarıyla sosyal medyada tanınan biriydi. Aramız çok iyiydi ve tam anlamıyla birbirimizin her sorunuyla başa çıkmaya çalışıyorduk. Ama. Son günlerde kendisi benden çok soğumuştu. Artık beni haftada bir soruyor, yazsam da cevap vermiyordu. Bu tür olaylar devam etti. Ben seokjine ulaşmaya çalışıyor, ancak o beni takmayarak başka kişilerle mekanlara gidiyordu. Birbirimizle artık vakit geçirmiyorduk. En son bu kavga olduğundada ne ben ona ulaşmaya, nede o cevap verme zahmetine giremememişti.
Gökyüzünün siyah bulutlarla kaplanmış gözlerine baktığınızda korku duyardınız. Yağmurlu olan bu irislerin yansıttığı tek şey ciddiliktir.
Bir hata duyar veya görürse, asla susmaz ,eleştirici keskin bakışlarıyla sizi yerin dibine girdirtirdi. "Kim seokjin dikkatli ve titiz biridir ve size bakarken bile hata yaptıklarınız gözünüzün önünden geçer. Ama Kim'in hatalarını kim onun gözünden geçiricek el?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Morire ''Taekook
FanfictionNefret bir gün beni seçeçek el. Mezarıma bir gül ekecek. O gül o gün onun gökyüzü. Bastıracak bir gün bir hüzün. O gün o hüzün benim gökyüzüm.