Bana iyi hissetdiren tek şeyi: kitap okumayı hiç bırakmadım. Hayatım mahvoldu, düşüncelerimden kaçmak için, hayata tutunabilmek için kurtuluş arayarak kitaplara koştum, onlara sığındım. Onlarca hayat, onlarca düşünce, onlarca duygu okudum. Kendime ait bir şeyler buldum onlarda, kendimi buldum kitablarda, yalnız olmadığımı hissettim. Yaralarım kapanmasa da, bir süreliğine acılarını unuttum. Uzaklaştım, kurtuldum kendi hayatımdan, beni içten içe yok eden düşüncelerimden. Kitabları sığındığım, saklandığım limanım yaptım. Sonuç hep aynı olsa da, hayatımdan ve gerçeklerimden kaçamamış olsam da, bana kendimi kısa müddetli iyi ve güvende hissetdiren tek şeydi kitaplar.
"..Çaresizlik, şefkat, sorumluluk hissleri.. Hiçbirinin kitaplarda öğrenilmediğini de hayatın çıkmaz, dar sokaklarında kaybolurken öğrenmiştim. Hata yaptıkça öğreniyordu ya hani insanlar? Kitaplar da kaybolman için yol gösteriyordu işte. Kayboldukça buluyordu insan yolunu.." (Kelebeği öldürmek.) diye yazıyordu bir kitapta. Kitaplar hep daha fazlasıydı işte, insanlar tarafından yazılan, bazen de insanların olmayı başaramadıklarıydı.
Yine penceremin önünde oturmuş, kitap okuyor, bana bir çok şeyi sorgulatan cümlelerin içinde kayboluyordum.
"Hiç bir yaşam sönmez, yeter ki gelişimi kesilmesin." (Dorian Gray'in Portresi.)
Bu satırları okuyalı sadece bir kaç dakika oldu. Düşünüyorum, devam ede bilir mi hayatım ben sonuna gelmiş olmayı deli gibi isterken? Vazgeçiyorum. Umutları, hayalleri, ruhu yanıp bitmiş birinin hayatı devam edemez diyerek. Kendi ruhumu uzun zamandır olduğu o çıkmaz sokakta yeniden terk ediyorum, yalnızlığına daha çok acı katıyorum. O çıkmaz sokağın artık o ölü ruhun kendini de gömdüğü mezarlığına dönüştüğünü hatırlatıyorum kendi kendime.
Kitabı kapatıp masanın üzerine bıraktım. Saçlarımı gelişi güzel şekilde toplayıp aynaya bakmayı es geçerek çantamı alıp odamdan çıktım. Aynaya bakmıyordum, çünkü dönüştüğüm insanı görmek istemiyordum, gözlerimdeki o boşluğu, duygudan yoksun ifademi görmek istemiyordum.
Annem telefonla konuşuyordu. Ayakkabılarımı giyinip onu beklemeye başladım. Okula 3 gün kalmıştı ve okul için işleri halletmemiz gerekiyordu.
..
"Nazlı, sana diyorum!" bakışlarımı pencereden anneme doğru çevirdim. Sanırım ilk seslenişi değildi. Okul üniformamı terziden almıştık ve şimdi alışveriş için mağazaya gidiyorduk.
"Dalmışım. Ne diyordun?" diye sordum.
"Kafanı toplaman gerek diyorum. Biliyorum zor, toparlanamıyorsun ama bir şeylere tutunmaya çalış. Böyle yaşayamazsın, Nazlı."
"Yaşıyorum ya sanki." diye mırıldandım sessizce.
"Ne?" duymamıştı.
"Anladım, çalışırım diyorum." bakışlarımı yeniden dışarıya çevirdim.
"Derslerine odaklan Nazlı. Bir geleceğin olmalı. Bir şeyleri unutmaya, düşünmemeye, kaçmaya mı çalışıyorsun? Peki, tamam. Çalışmayı da bir kaçış yolu olarak kullana bilirsin. Bu doğru değil, ama düşünceni değiştiremezsen eğer böyle yap." gözucuyla bana baktı.
"Tamam, anne, yaparım." Sonrasında bir şey söylemedi. Muhtemelen ne söyleyeceğini de bilmiyordu. Annemle genel olarak konuşamıyorduk. Çünkü ikimiz de ne söylememiz gerektiğini bilmiyorduk ve sonuç olarak kavga ediyorduk.
Arabadan inip mağazaya girdik. Eve pek de uzak değildi burası ve çok insan olan büyük bir mağazaydı.
"Ben eve gitsem sen mi alsan bir şeyler." diye mırıldandım yüzümü buruşturarak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişin külleri.
Kurzgeschichten"Bazı acılar vardır, hiç dinmez. Bazı yaralar vardır, hiç iyileşmez. Bazı yangınlar vardır, hiç sönmez.. Ve bazen gözle gördüğünüz, her zerrenize kadar hissettiğiniz gerçek yangınlar sönse bile ruhunuzu yakmaya devam eder. Ruhunuzda hiç dinmeyen ac...