the indictment

108 17 3
                                    

Zhang Hao, ellerini arabanın klimasının önünde açarak oturdu.

Dış mekan çekimi denen çilenin vücuduna işlediği soğuğu henüz üzerinden atamamıştı. Kendi kendine homurdanarak soğuktan kızarmış parmaklarını biraz olsun ısıtabilmek adına birbirine sürttü.

Onun yanında Hanbin ise, sadece kazağının altına giydiği gömleğiyle üşüyor gibi görünmüyordu. Kazağı çıkartmış, dizlerinin üzerine koymuştu. Motorun uğultusu ve nefes seslerini saymazsak sessizlik içindeki arabada, Hao'nun başucunda, mışıl mışıl uyuyordu.

Yola düzenli aralıklarla döşenmiş tümsekler onu sarsarak uyandırmıyor, tersine kollarına daha çok sürüklüyordu uykunun. Her tümsekle beraber Hanbin'in başıyla arasındaki mesafe giderek kapanıyor; kafası orta koltukta aşağıya kayıyor ancak hiçbir zaman omzuna değecek kadar yaklaşmıyordu. Hao, boynunu düzeltmesi gerekip gerekmediğinden emin olamayarak elini yüzüne yaklaştırdı. Böyle uyumak canını yakıyor olmalı, diye düşündü.

Hanbin'inki haksız bir güzellik değildi. Yakışıklıydı ancak kıskançlık uyandırmayacak türden bir yakışıklılıktı bu. Yüzü orantı veya şekil açısından imkansız değildi. Bu Hao'nun iyi anladığı bir konuydu. İçinde stajyer olarak yaşadığı ve nefes aldığı bu sektörde, insanlığın yarattığı her güzellik standardının acı verici derecede farkındaydı o.

Hanbin'in gözleri yuvarlak değildi, keskin sayılabilecek şekilde darlardı. Yine de, göz kapaklarının kıvrımlarını çerçeveleyen kirpikleriyle zarif bir hava yayıyorlardı. Yüzünün keskin hatlarına rağmen, soğuk bakışlardansa gülümseme ve mutlu kahkahalar daha çok yakışıyordu ona.

Çelişkilerle dolu bir yüzdü belki. Ancak şimdilik Hanbin, daha yakından tanımak istediği biriydi sadece.

Hao kollarını kavuşturdu, bakışları hala Hanbin'in üzerindeydi. Uykudaki adamın kirpikleri hafifçe titredi. Ardından uyandı; bir gözünü açıp Hao'ya baktı.

"Hyung?" Sesi boğuk ve uyku mahmuru çıkmıştı.

"Neredeyse geldik," dedi Hao.

Hanbin sessiz olmaya özen göstererek "Neye bakıyordun öyle?" diye sordu. Menajerlerden biri yolcu koltuğunda uyuyordu, ve Hanbin bunu tabii ki de uyandığı saniye içinde fark etmişti. İş görgü kurallarına gelince doğa üstü güçleri vardı onun.

"Manzaraya," dedi Hao. "Dışarısı çok güzel"

Hanbin başını çevirdi. Bir tünelin içindelerdi. Bahsi geçen manzara karanlık duvarlardan ve lambaların ışıklarından oluşan bir bulanıklıktı. "Bu manzara mı?"

"Evet." Hao bilgeç bilgeç başını salladı ve Hanbin üstelemeden, sadece gülümsedi. Ya da Hao öyle sanmıştı.

"Yani bu değil öyle mi?" Hanbin kendini işaret etti. Arsız.

"Kendi ayağıma sıktım galiba," dedi Hao.

"Pardon, pardon. Biraz ileri gittim. Daha yakın olduğumuz zamanlar için saklayacağım bunu."

Araba tünelden çıkış yaptı ve zarif ay ışığı pencerelerden içeri süzüldü. Minibüs Han nehri boyunca hızla ilerlerken Seocho-gu'nun sert silüeti gittikçe yaklaşıyordu.

Araçtan inerlerken Hanbin yine, kapıyı onun için açmıştı. Hao teşekkür etti, bir yandan gecenin soğuğuna kendini hazırlamak için ellerini ovuşturuyordu.

"Kolay üşür müsün?" Hanbin düşünceli bir şekilde sordu.

"Yoo," dedi Hao boş bir bakışla. "Şey, benim vücut ısım biraz..." kelimeyi bir süre aradı, "düşük."

the allegaytions // haobin (türkçe çeviri)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin