"Günaydın Minho Bey, dediğiniz gibi Han Jisung'a zarar verenleri bulmamızı emretmiştiniz. Uzun bir araştırma sonucu yüzlerinden kim olduklarını saptadık. Ne yapmamız isterseniz?" Minho şirkete girer girmez yanında beliren en yakın adamı, ona dün verdiği emrin sonuçlarını söylüyordu. Kendi odasına doğru ilerlerken yanındaki adam tüm detayları anlatmıştı.Minho adımlarını asansöre çevirdiğinde yanındaki bedeni cevapladı "Niye bu kadar geç kaldınız?" Adam yanındaki patronundan duyduğu soruyla ne diyeceğini bilemeyerek sağa sola bakındı. Patronunu kızdırmadan en uygun kelimeleri bularak cümle kurmalıydı. Yoksa yanındaki dünden beri sinirli olan adam ona hiç acımadan her şeyi yapabilirdi. Minho'yu seviyordu. Onun en yakın korumasıydı. Bu mertebeye çıkabilmek için çok uğraşmış ve baya yol kat etmişti. Fakat patronunun sürekli değişen ruh halleri onu geriyordu. Özellikle aniden sinirlendiğinde ne yapacağı kesinlikle belli olmuyordu. Önüne çıkan ne varsa bir okyanus misali dalgalarına katıp en dibe çekiyor ve batırıyordu.
Kendini sakinleştirmeye çalışarak ve hata yapmamayı umarak "Efendim, görüntüler çok net değildi o yüzden hemen bulamamışlar. Fakat havalimanının güvenlik kameralarına sızarak olabildiğince en kısa zamanda yüz kontrolü yaparak isimlerini hatta haklarındaki her şeyi öğrendik." Olabildiğince sesini stabil tutmaya ve en uygun kelimelerin bularak söylemeye çalışıyordu. İçinden de "Dün akşam verdiği emiri nasıl hızlı halledelim. 6 saat olamadan bulduk işte." Diyerek söylenmeyi de ihmal etmiyordu.
Minho hafifçe kafasını sallarken asansörün durmasıyla kapılar açıldı ve önde Minho, arkasında korumasıyla birlikte odasının yolunu tuttu. Onu görenler göz göze gelmemek için direkt olarak doksan derceyle önünde eğiliyor ve selamlıyorlardı. Pekâlâ Minho'nun bunları taktığı yoktu. Kafasındaki düşüncelerden etrafına dikkat emiyordu bile.
"Dosyalarını bana yollayın. Ve evlerinin önünde bekleyin. Size haber verdiğim zaman gerekli olan özeni ve ilgiyi onlara aynı yaptıkları şekilde sağlarsınız." Odasına girerken söylemişti bunu hafif başını arkaya çevirerek. Koruması da baş sallayarak onaylamış ve Minho'yu yalnız bırakarak emrini yerine getirmek üzere ayrılmıştı.
Odasına giren Minho önce derince nefes almış ve sakinleşmeye çalışmıştı. Bu duruma artık katlanamıyordu. Jisung'u böyle uzaktan nereye kadar koruyabilecekti. Onun yanında olmak, onu korumak istiyordu. Sarılmak, o yumuşak ipek gibi saçlarını karıştırmak, minik sincabı andıran yanaklarını sıkmak ve dolgun dudaklarını öpmek, onu sıkıca sarmalamak istiyordu. Fakat yanında olduğu sürece Jisung'un daha çok tehlikeye atacağından emindi. Yaptığı iş belliydi. Zaten Jisung, Minho'yu tanımıyordu bile. Bazen düşünüyordu. Eğer Jisung'u daha önce tanımış olsa bu işlere asla bulaşmaz ve kendini olabildiğince uzak tutardı. Bazı şeyler elinde olmuyordu.
Yinede dua ediyordu Minho Tanrı'ya. Jisung'u ona gönderdiği için. Çünkü içindeki son iyilik kırıntısı Jisung sayesinde orada muhafaza edebiliyordu. Karanlık kalbindeki ve hayatındaki tek ışık parçasıydı o güzeller güzeli minik sincap adam.
Minho kendisini koltuğuna atarcasına bıraktığında, sırtını sert bir şekilde vurduğu için içinden minik bir 'siktir' çekmişti. Hayıflanarak önünde duran en iyi güvenlik önlemleri alınarak kurulan ve piyasada eşi benzeri olmayan onun için tasarlanmış bilgisayarı açtı. Yazılımı bizzat kendisine aitti. Eğer yazılımı başka şirkette olsa gerekirse bin tane kilit koysa işe yaramazdı bunun farkındaydı. Bu yüzden kendi yazılımını kurmuş ve tasarlatmıştı.
Şifreleri girerek bilgisayarı açtığında, ekranda beliren onu ilk kez gördüğünde çektiği fotoğrafı karşısında duruyordu. Minho Jisung'u bir gece barda görmüştü. Normalde bara gitmek gibi alışkanlıkları yoktu. Eline alkol bile almazdı. Olabildiğince bu tür şeylerden uzak duran birisiydi. Ama o gün arkadaşlarının ısrarına ve çenelerine dayanamayarak gitmişti. Nerden bilebilirdi ki aynı onun gibi Jisung'un da arkadaş zoruyla geldiği ve somurtarak oturduğu o bar masasında onu görüp hayatının tam merkezine alacağını.
Hatırladığı anılarla derin bir iç çekti. Eğer o gün bu pis işlere bulaşmamış olsa onu alır ve üst odalara bile götürebilirdi. Fakat kendini zaptetmiş ve daha fazla aklına mukayet olamayınca bardan ayrılmıştı. İlk başta sadece cinsel bir yakınlık demişti kendine fakat sonrasında işlerin bu şekilde olmadığını ve hoşlanmaya başladığını zar zor kendine ikna ettirmişti. O gün adamlarına o kişiyi bulmalarını söylemişti. Adamları da Jisung'u tutup getirerek bir depoya kapatmışlardı. Minho o gün kaç tane adamını dövdüğünü hatırlamıyordu. Onlara onu bulun demişti tutup getirin diyen yoktu ki. Bir şekilde Jisung'un hafızasını o gün için kaybetmesini sağlayan ilacı bulmuş ve enjekte etmişlerdi. Fakat Minho, kalbindeki o 'ya hatırlıyorsa' endişelerini her zaman koruyordu.
Adamları onu çağırıp o kişiyi bulduk deyince Minho farklı birini düşünerek depoya girmişti fakat karşısında duran baygın beden tüm vücudunu germiş ve tüm herkesi öldürmek istemişti. Öldürememiş ama en azından ölüme yakın etmişti. Minho Jisung'u görür görmez sesini bile çıkarmadan dışarı çıkmıştı zaten. Ya uyanırsa ve onu görürse ya sesini duyarsa ne olurdu? Bu ihtimali göze alarak kendini deponun dışarısına sinirle attığından sonraki tek hatırladığı adamlara avazı çıktığı kadar bağırıp azarlamaktı. Gerisini hatırlamıyordu. Fakat Changbin'in anlattığına göre adamları elinden zor almışlardı. Ne diye almıştı ki?
Gözüne gelen anılarla vücudunun gerildiğini hissederken vücuduna gelen sinir dalgasını uzaklaştırmaya çalışıyordu. Masanın kenarında duran şirket telefonunu eline aldığında gerekli numaraya basmış ve sekreteri arayıp ona kahve getirmesini söylemişti. Sekreterin bir şey demesine izin vermeden direkt olarak telefonu genç kızın yüzüne kapatmıştı. Genç sekreter işe ilk girdiği günler bunu garipsesede sonrasındaki zamanlarda alıştığı için artık o kadarda şaşırmıyordu. Ama ne olurdu teşekkür etse. Bir yerinden bir şey eksilmezdi ya.
Bilgisayarına odaklanmış, dosyaları incelerken kapının tıklanmasıyla sert bir şekilde 'gel' diye komut vermiş ve kapıya bile dönmeden işine devam etmişti. Bir dakika kadar böyle devam edince kafasını hışımla kaldırmış ve karşısındaki kıza ve elindeki kahveye baktı. Gözüyle masayı işaret edince kız hemen masaya kahveyi koymuş ve geri çekilmişti. Minho içten içe söylenerek kahve kupasını eline almış ve bir yudum almıştı. Almaz olaydı ya kahvesi soğuma noktasına gelmişti. Kahve bardağını sertçe masaya adeta savurarak bıraktığında kız irkilmiş ama hâlâ elleri önünde eğilerek beklemekten vazgeçmemişti.
"Karşımda kahveyi koyup çekilmek varken, put gibi beklediğin için kahem soğumuş." Sinirle sarf ettiği sözlerden sonra kendini sakın tutmaya çalışarak derin bir nefes almış ve "Git yenisini getir." Demişti. Kız hızlıca kafa sallayarak patronunu onaylamış ve daha fazla bu alanda durmayarak hemen kaçarcasına odadan çıkmıştı. İşinden olmadığına şükrediyordu şu an için. O sırada Minho ise içerde sabır dileniyordu bu çalışanlarla aklını kaybetmeden nasıl çalışacağı ile ilgili.
••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
21 Temmuz 2023
Selam, ben geldim. Bu kadar uzun yazmayı beklemiyordum aslında ama baya yazmışım 1k yı geçmiş. Daha uzundu ama kesmek zorunda kaldım.
Bu bölümü yarınki doğum günü şerefine atıyorum. Reşit oluyorum💀
Diğer iki fice de bölüm atmaya çalışacağım o yüzden.
Bugün deneme sınavım var onu beklerken atayım dedim. Yorumlarınızı ve oylarınızı esirgemeyin. Yorumları okumaktan zevk alıyorum çünkü.
Görüsuruz dikkat edin kendinize💚
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Querencia (MinSung)
FanfictionHan Jisung, bir çoğunun özendiği, şaşalı bir hayata sahip, ünlü ve zengin bir idoldü. Tabii bununla gelen nefret ve tacizler de kaçınılmazdı. Lee Minho ise Jisung'a takıntılı ve yasa dışı işler yapan yeraltı dünyasının en ünlü mafyalarından biri. cr...