"Dohyun-ah, Ryujin'i ara o da gels-" sözümü kesen şey gördüğüm bedenlerdi.
Pekala, Jimin ve arkadaşlarını Namjoon'un salonunda oturmuş sohbet ederlerken görmeyi beklemiyordum.
Ani girişimle herkes bana baktığında duraksadım ve gözlerimi odada gezdirdim, Dohyun'a baktığımda hafif sırıtarak bana baktı ve "Ryujin bugün gelemez sanırım, malum." diyerek içeridekileri gösterdi ve beni kurtarmaya çalıştı.
Namjoon'un tekli gri koltuklarından birine, bana pür dikkat bakan Jimin'in karşısına oturdum ve bulunduğum ortamı idrak etmek için Namjoon'a soran gözlerle baktım. O'ysa sadece kendini kurtaran bir gülüş sundu bana.
Jimin ve arkadaşlarının burada olacağından kesinlikle haberim yoktu, spordan dönüp duş aldıktan Namjoon beni arayıp ona gitmemi söylemişti. Yorgun olsam bile Ryujin'i çağırabileceğimiz düşüncesiyle gelmiştim fakat onu çağırmam şu durumda oldukça mantıksız olurdu.
Jimin'in bakışlarından da şaşkınlığını anlayabiliyordum, neden böyle bir şey yaptıklarına anlam veremesem de bunun hakkında sonra düşünmeye karar verdim ve telefonumla ilgilenmeye başladım.
Kurdum onun karşısında olduğum için çok mutluydu fakat ben her zamankinden garip hissediyordum. Ona kızgındım, bu sefer gerçekten bir şey yapmamıştı ama içimde ona karşı her gördüğümde daha da artan bir öfke vardı.
Bana iyi gelmesiydi sinirlerimi bozan.
Ruh eşim olduğundan aynı ortamda olduğumuzda bile rahatlamış hissediyordum, kimse bir vita olduğu için feromonlarının hafif kokusunu benim kadar duymuyordu. Olduğumuz ortamda benim kurdum haricinde ona muhtaç olan yoktu ve bu benim oldukça sinirlerimi bozuyordu.
Beraber uyumamız kesinlikle büyük bir hataydı. Sabah gözlerimi açtığımda bana sarılan kollarından kaçmak yerine uyumaya devam etmekse, evet bu koca bir hataydı.
Dün gece uyuyamadığım için evimde bıraktığı kıyafetlerini yanıma almam, işte bu koskocaman bir saçmalıktı!
Şimdi de ben ona o kadar doluyken karşımda; bir yanında Dohyun, bir yanında Seokjin varken ve sürekli kıkırdarken sakin kalamıyordum. Ryujin'i görmek için yorgun bedenimi buraya getirmişken kurdumu huzursuz eden manzaraya maruz kalmak beni daha da geriyordu.
Onu ilk gördüğüm andan beri kurdum sürekli acı çekiyordu.
"Delta'm!" Dohyun'un yüksek sesiyle odaklandığım telefonumdan kaldırdım sert bakışlarımı. "Bizimle ilgilensene biraz, gömüldün telefona." bakışlarım saniyelik de olsa yanında oturan Jimin'e gitti. Dohyun'un bana seslenmesiyle onun da bakışları bendeydi.
"Ne yapmamı bekliyorsun Dohyun?" bıkkınca ona sorduğumda Dohyun sırıtıp göz devirmiş ve elini Jimin'in omzuna atmıştı.
"Seokjin ve Jimin'in küçüklük anılarını dinliyoruz, sen de gel." bununla bu sefer Seokjin'e gitmişti keskin gözlerim. Jiminle omuzları değiyordu, arada sohbet ederken elini bacağına koyması da gereksiz bir şekilde dikkatimi çekmişti ve bu yine huzursuzlanmama sebep olmuştu.
Umrumda olmasın istiyordum.
Sevmiyordum, seveceksem de kurdumdan bağımsız olsun istiyordum.
"Bence bir oyun oynayalım." bu sefer ses Hoseok'tan geldiğinde bakışlarımız ona döndü. Aklım Jimin'le en son oynadığımız oyuna gitti, olanları hatırlayınca bu düşüncelerden uzaklaşmak için başımı iki yana salladım.
"Oyunu internette gördüm, “cennette yedi dakika”." Hoseok konuştuğunda kaşlarımı çatıp ona baktım, aynı anda Dohyun'un ağzından sevinçli bir nida fırladı. Taehyung'sa bunu yapmamızın pek uygun olmayacağını dile getiriyordu.