"Abi!" dedim odaya, kamerası açık olan ve göğüs hizamda tuttuğum telefon ile girdiğimde. Bakışları bana yöneldiğinde rahatsızca kaşlarını çattı. Telefondan yükselen müziği kapattı. Arkadaş olamaz mıyız, senle dost kalamaz mıyız? Eskisi gibi muhabbet edemez miyiz? diye odayı dolduran ses, abim müziği kapatmadan telefonum tarafından kayıt edilmişti. "Derdin ne?" diye sordum üzgün bir tonla.
Odasında olmamın rahatsızlığı ile çattığı kaşlarıyla donukça baktı birkaç saniye. Cevap vermek istemediğinde bakışlarını çekti ve birkaç dakika ara verdiğini düşündüğüm sigara eylemine, paketinden bir tane daha izmarit alarak devam etti. Kırk yıl sigara içiyormuş gibi profesyonelce dudaklarında ve parmaklarında dans ediyordu resmen izmarit. Yanına oturdum. Telefonu yüzüne doğru çevirdiğimde kameranın kadrajına az çok görüntüsünün düştüğünü düşünüyordum. O kadar dikkati burada değildi ki telefonu ona doğru tuttuğumu bile fark edecek durumda değildi. İçine çektiği dumanı, ağzından değil de burnundan sandığında havayı kaplayan duman aldığım solukla boğazımı yakımış ve birkaç kez öksürmeme neden olmuştu.
"Konuşsana!" dediğimde yüzüne bakıyor ve izmariti tüketişini izliyordum. "Derdini söyle."
"Konuşmak istemiyorum," dedi bana -kameraya bakmadan. Aynaya takılıp kalmıştı. "Beni rahat bırak."
Telefonunun ekranını açtım, müziği de açtığımda sıradaki şarkı için tuşa bastım. Melodisi başlayan şarkının da en az diğeri kadar hüzünlü olduğunu tahmin ediyordum.
Yanımda olamasan da, sesini duymasam da, sen benden gitmiş olsan da; seviyorum hâlâ, seviyorum.
Odanın içini dolduran sesin Azer Bülbül'e ait olduğunu sesini duyduğumda anca anlamıştım.
Özlüyorum seni. Bitiremedim bendeki seni, seni. Seninle hayatı yaşamak isterken yalancı hayatta katlandım derken, sonumuz bir mezar taşı beklerken, neden acı, neden acı, neden ihanet?
"Gitmeyeceğim. Komşuların kapıyı çalmasını mı istiyorsun? Anne ve babamız evde yok diye mi yoksa bu kadar rahatsın." dedim dumanla yüz göz olarak. Aynadaki görüntüsüne baktığımda güldüm. "Çok çirkin görünüyorsun lan!"
Duygularım darmadağın, anlayamazsın. Bendeki kalp sende olsa kaldıramazsın. Duygularım darmadağın, anlayamazsın. Bendeki kalp sende olsa taşıyamazsın.
Yüzünü bana çevirdiğinde yine donukça baktı ve takındığı mimikler cidden mi ifadesini yansıttı. Şarkının nakarat kısmının yükselmesi de yarasına tuz biber olmuştu. "Cidden mi?" diye sordu ciddi ciddi. Saçlarını yavanca karıştırdı ve oluşan görüntü depresyonik bir Furkan Güven'e aitti.
Duygularım darmadağın, anlayamazsın. Bendeki kalp sende olsa taşıyamazsın.
"Böyle hayatın yedi ceddini sikeyim!" Yumruklarını ardı ardına yere indirdi. Umarım alt komşu polisi aramaz ya da kapıyı çalmazdı.
"Hey," dedim telefonun açısını umursamadan ellerine uzanıp. Yere vurmasını engellemek istiyordum. Zaten yere indirdiği yumruklarından dolayı ellerine gelen zarardan canımın yapmadığını inkar edemezdim. "Yapma!" Bakışlarındaki gölgelere yağmur yağmış ve her şeyi alabora etmiş gibiydi. "Değmez. Seni hak etmiyormuş. Sen daha iyilerine layıksın. Bırak peşinden koşsun. Takma. Seni sevseydi baştan yapmazdı öyle bir hatta. Eğer bir kere güvenini kırmışsa ikincisine güven duyamazsın. Ne demek istediğimi anlıyor musun?"
"Anlıyorum ve anlamıyorum." Kafası omuzlarına düştü. "Hastalıklı bir sevgi benimkisi biliyor musun?" dedi acıyla. "Napsam ve napsa vazgeçemediğim bir sevgi. Bundan ya benim de güçsüzlüğüm. Bana dönse de zaten istemem fakat hâlâ o kadar çok seviyorum ki yıkılıyorum. Ve ne var biliyor musun, ben gittim." Gözlerim irice açıldı. "Beni çağırdığı pastahaneye gittim ve yine hak ettiğimi aldım. Yani hiçlik. Madara oldum. Onun için yönetilen bir oyuncağım..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ABİM DEĞİLSİN (ABİMİN ARKADAŞI) | TEXTİNG
Humor05345**: Yer fıstığı buraya bak! (18:28) 05345**: Acil! 05345**: Çevrim içi görünüyorsun. 05345**: Kızım baksana, acil bir şey soracağım. Nida: Kimsin lan?! (18:32) 05345**: Şükür, bir an hiç bakmayacaksın sandım. 05345**: Artık kusura bakma azı...