Yanlışlarım o kadar fazlaydı ki pişmanlık duyup vazgeçmek yerine beni daha da karanlığa gömdüler. Herkesin gözünde bembeyaz çehrem ve tatsız geçmişim sevgi rengine boyanmış acımalarını kazanmamı sağlamışken şimdi de başarı sağlamam için özel bir okuldan burs kazanmıştım, o insanların bana verdiği bursu kullanarak başka bir ton siyahla kendi siyahımı örtbas etmeye çalışıyordum. O insanlar ise gayet masumane umutlar besleyerek vatan aşkı için çabalayan bir birey olacağımı düşünüyorlardı, kimsenin bilmediği şey ise benim dünyamda ben, Enes ve ölü ikizim dışında kimse yoktu.
Şimdi ise Berkay'ın beni okula bırakmasını reddettiğim için EGO da kulaklığım ile birlikte sessiz bir yolculuk yapıyordum. Otobüslerde hiçbir zaman boş yerlere oturmazdım, nasıl olsa geri kaldıracaklardı.
Berkay, Enes' in Istanbul'a gitmeden önce beni emanet ettiği biriydi, şimdi ise sayılı arkadaşlarımdandı. Enes beni Berkay'a emanet etmese büyük ihtimalle yalnızlığın gürültüsünde kaybolmuş olurdum. Berkay bana Evren'in yapması gereken abiliği yapıyordu. Beni koruyup kollamış ve zor günlerimde sırtını dönmek yerine elini uzatmıştı, aslında tüm grup böyleydi, tek sorun ben yardımı kabul etmeyen inatçı keçinin tekiydim.
Berkay okulun en popüler çocuğuydu, Enes ile nereden tanıştılar bilmiyorum ama Enes'in güvendiği herkese güvenebilirdim. Devlet okuluna gitmesine rağmen zengindi ve onun yarış arabaları dışında hiçbir maddi eşyada takıntılı olduğunu görmemiştim.
Utku ise kızların gönüllerini çalan sarışın, yakışıklı, okulun basket takımının kaptanı ve üst düzey popülariteye sahip biriydi.
Emre ağır abimizdi. Hiçbir zaman kaybetmediği soğuk kanlılığı ile bana benzese de onun hiç yanlış bir karar aldığını görmemişim, ben ise yanlış kelimesini kendim ile nitelendiriyordum. Basket takımının kaptanlığını Utku'ya bırakarak da mantıklı davranmıştı, göz önünde bulunmak en ufak bir yanlışın bile gözleri karartması demekti.
Kaan futbol takımının kaptanıydı ve grup dışındaki herkese karşı kan dondurucu bir şekilde soğuktu. Sadece bizim yanımızda gülmesi özel hissettiriyordu, bunu seviyordum.
Sercan ve Özgür ise Berkay'ın nitelendirmesiyle tam 'ikiz dingiler'di. Sercan futbol takımındaydı, Özgür de iki sene üst üste okulu liseler arası şarkı yarışmasında dereceye sokmuştu ama ikisi de şebekti.
Hande ile Serap ise okuldaki erkeklerin rüyalarını süsleyen kızlardı. Baştan çıkartıcı güzellikleri vardı ve dişiliklerini son demlerine kadar kullanıyorlardı. Sayısız sevgiliye rağmen Serap feministti, Hande ise her önüne çıkanda gerçek aşkı aramaya devam ediyordu.
Ben ise tıklım tıklım otobüste kırk yaşındaki amcanın tacizinden kurtulmaya çalışıyordum. Berkay'ın beni bırakmasına engel olmasaydım keşke.
Tacizci amca yüzünden okuldan iki durak önce inmiştim ve şimdi de ilk gün olduğu için çantamda kitap olmamasına minnettar bir şekilde Misery Loves My Company ile yürüyordum.
Keşke Berkay'ın beni bırakmasına izin verseydim, en azından annemin balkon terliklerini atmasaydım. Şimdi onları arayıp duracaktı annem.
Gerçi oğlu ona yenisini alırdı.
Zihnime yine abimle olan anılarımız dolduğunda yoldan sapıp ara sokakların arasına sıkışmış eski banka oturdum, keşke ağlayabilseydim.
Bunu bile elimden aldınız...
Telefonumdan American Horror Story yaptığım zil sesim duyulduğunda kaç dakikadır gözlerimle taciz ettiğimi bilmediğim çöp konteynırından bakışlarımı çektim, Berkay'dı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gri
Chick-Lit"Hiç birisi için ağladın mı?"diye sordu. Sesi çatlamıştı. Karşımda Aral Bars yoktu. Aral vardı. "Yalnızca kendim için" neden cevap verdiğimi bilmiyordum. Sadece çaresiz bir çocuk gibi karşımda duruyordu ve susamamıştım. Onunla konuşursam gözlerindek...