Hastane Odası

345 28 14
                                    

Multimedia'da Caroline ve Elena var. İyi okumalar...

''Hayııır'' diye bağırdığımda zihnimi tırmalayan çığlığımın tınısıyla yatağımdan fırladım. Aşırı zayıf bedenimin titremesi hareket etmemi zorlaştırdığından tekrar yatağa uzandım ve bedenimin hızlı ritminin normale dönmesini bekledim.

Gözlerimi kapadığım an zihnime sızan korkunç sahnelere engel olamıyordum. Son zamanlarda gördüğüm rüyalar beynimi oldukça meşgul ediyordu. Stefan neden rüyalarımda bana veda ediyordu?Beni sevemeyeceğini söyleyip duruyordu. Beni gerçekten de sevmiyor muydu? Aylardır bu hastane odasındayım ve bir kere bile beni görmek aklına gelmedi mi? Ya ailem ve dostlarım?

Ben o yangından hasarlı bir şekilde kurtulabildim ama kimsenin benim nasıl olduğumdan haberi bile yok. Burada yalnız başıma ölsem kimsenin umrunda olmayacak. Zaten ölüme o kadar yakındım ki yangından kurtuldum demek ne kadar doğru olur emin olamıyordum.

Yangında içime çektiğim yoğun duman akciğerime zarar vermişti. Tedavinin aşamaları hakkında konuşmak isteyen doktorları geri çevirsem de tedaviden kaçmak ölüme yaklaşmakla eşdeğerdi ve ben ölmek istemiyordum. Onları bekliyordum ki onlarsız bir yaşamı hayal edemiyordum. Annemi, Elena'yı, Bonnie'yi, Stefan'ı...

Kafayı yemek üzereydim, buraya geldiğimden beri sadece bunları düşünerek anılarımdaki boşlukları doldurmaya çalışıyordum. Bir pürüz olmalıydı. Evet kesinlikle beni yalnızlığa mahkum eden bir hata, bir an vardı.

Yatakta sol tarafıma döndüm ve dar pencerenin, perdeleri arasından sızan ufacık ışığı izleyerek buradan çıkacağım da sevdiklerimi göreceğim günlerin hayallerini kurmaya başladım. Bir gün ilaç ve hastalık kokan bu odadan kurtulacağım. Buna inanıyorum. Zaten beni ayakta tutan yemek gibi yediğim haplar ya da damarlarımı parçalayan şırıngalar değildi. İnancım beni ayakta tutan tek morfindi.

Kapının açıldığını duyunca yavaşça kıpırdandım ve kapıdan tarafa döndüm. Gelenin kim olduğunu anlayabilmek için gözlerimi kısarak o tarafa doğru odaklandım. Görmeden sesini işittiğim kişi ''Ben geldim. Bugün nasılsın bakalım?'' dedi. Görüş açıma giren kişi orta yaşlardaki benimle ilgilenen hemşireydi. Kapıyı kapatıp yatağımın yanına kadar yaklaştı ve bir eli önlüğünün cebinde dikildi. Benden bir tepki almayı bekleyen hemşire soran gözlerle bakıyordu. Ben ise ondan destek almaya ihtiyacım olduğunu anlaması için kollarımı ona doğru uzattım. Hemşire bir bana bir kollarıma baktı ve kafasını aşağı yukarı sallayarak ''Ah tabii ya doğrulmana yardımcı olmalıyım'' dedi bu işte yeni olmadığını belli eden hemşire.

Daha sonra hemen yatağımın kenarına oturdu ve belimden tutarak beni yatakta doğrulttu. Yatağın kenarından kalkmadan samimi bir ses tonuyla ''Bugün seni daha iyi gördüm. Nasıl hissediyorsun?'' diye sordu. Yüzümü karşımdaki krem rengi duvara dikerek ''İyi gözükmemden kastınız bir deri bir kemik kalmış vücudum ve solmuş tenim ise daha kötüsünü de görmüş olmalısınız'' dedim çok kısık çıkan sesimi zorlamadan. O ise birşey söylemeden kafasını önüne eğdi. Aslında onun işi bir nevi de moral düzeltmekti. Onu bozuntuya vermek pek doğru sayılmazdı. Bu düşünceme paralel olarak ''Daha iyiyim, düşündüğünüz için teşekkürler.'' dedim ve gülümsemeye çalıştım. Hemşire samimiyetinden vazgeçmeyerek sırtımı sıvazladı ve hafif bir tebessümde bulundu.

Biraz daha sessizce oturduktan sonra bana ''Bugün hava güneşli, dışarıya çıkmak ister misin?'' dedi. Bu hastanenin bahçesi, odalardan bile daha kötüydü. Bahçeye çıkan hastalıklı insanlar beni psikolojik olarak yıpratıyordu. Onlara üzülmem ve kendime acımam kalbimde yoğun bir ağırlık yapıyordu. Bende hemşireye ''Ben böyle iyiyim'' dedim.

Benim cevaplarım ortamı sıkıyordu bu yüzden ''Ama perdeleri açabilirsiniz. Güneşin nazlı nazlı ışıkları odayı çok güzel aydınlatıyor da'' dedim olayı kurtarmak için. Kadın yavaşça kalktı ve pencereye doğru yöneldi o perdeyi açarken ben yüzümü ona doğru çevirdim ve aylardır soramadığım soruyu sorma cesaretinde bulundum. Bir hışımda ''Beni kimse görmeye gelmedi mi? Yoksa prosedür gereği gibi birşey yüzünden beni görmeleri uygun değil mi?'' dedim. Kadın şaşkın şaşkın bana bakarak ''Senin yakınların falan var mı?'' dedi. Yerimde kıpırdandım ve kısa süre duraksadıktan sonra ''Olmaması mı gerekiyor?'' dedim şaşkın bir ifadeyle karşılık vererek. Hemşire ''Sen yaklaşık altı aydır buradasın ve seninle ilgili hiçbir aile notu veya kaydına rastlamadım. Ayrıca nasıl olur da seni merak etmezler'' dedi. Gel bir de bana sor aylardır düşünmekten kafamda saç kalmadı.

Bir süre yine duraksadık o sırada düşündüm ve konuşmanın kişisel boyutlara gitmesinden faydalanabilirdim. Daha fazla zaman harcamadan direk lafa girdim ve ''Benim için şu numaraları arar mısın?'' dedim ve yandaki komidinin çekmecesinden çıkardığım kağıda annemin, Elena'nın ve Stefan'ın numarasını yazdım. Kadına kağıdı uzatırken ''Lütfen benim arattığımı söyleme''dedim ve hızla eline sıkıştırdım. Kadın yine aynı şapşal ifadeyle ''Sen neden aramıyorsun? Ben burada bir çalışanım ve bu başıma dert açabilir'' dedi. Ona biraz daha yaklaşarak tam gözlerinin içine baktım ''Ben vücudunun bir bölümü yanmış bir meczupum ve onlar benimle ilgilenmiyorsa benim onları merak etmem acınası olur'' dedim. Omuzlarımı yukarı kaldırıp boynumu eğmiştim. Cevap olarak'' Benim aramam da aynı kapıya çıkmıyor mu? Sonuçta sen arattırıyorsun.'' dedi sivri zekalı hemşire. Ben ise sırtımı daha da dikleştirdim ve ''Ben aramıyorum ki. Yardımsever hemşire bir hastasının haline üzülmüş ve kayıtlardan numaralarını bularak ailesini aramış'' dedim tek kaşımı kaldırıp muzipce gülerek. Kadın çaresizce ne yapamayacağını bilemedi. Yataktan kalkarak pencerenin önüne kadar gitti ve orada dikildi. Gün ışığı odayı uyandırırken ''Bir şeylere bakacağız .'' dedi ve bana göz kırptı. Odadan çıkmak üzere kapıya yöneldiğinde hemen arsızca bir şey daha istedim. Kelimeyi ağzımda yuvarlayarak ''Bir şey daha isteyebilir miyim?'' dedim. Kadın temkinli adımlarla bana yaklaştı ve ''Yine ne isteyeceksin?'' dedi. Ben ise bu sefer gülümsememin bütün yüzüme yansımasına izin vererek ''Bu ne telaş sadece bir ayna isteyecektim'' dedim. Kadın biraz daha rahatlamış görünerek ''Temizlikçiyle yollarım bir tane.'' dedi ve kapıyı yavaşça kapatıp gitti.

Günlerim yine o soğuk, beyaz hastane odasında yapayalnız geçiyordu. Peki ben neredeyim? Burası beni yavaş yavaş defnediyordu. Hastane odalarının insanı iyileştirme gücüne inanan insanları bir gün Mystic Falls'taki bahçelerde bir yürüyüşe çıkarmak istiyorum. Kesinlikle öleceğini bilsen bile benim yuvam-Mystic Falls-mutlak olmayan bir cennettir. Oranın doğasını, insanlarını özlüyorum. Ama ne fayda? Herkes beni unutmuş. Oysa o ufak kentte hep beraber ne kadar da mutluyduk. İçimi yakan korkunç senaryolardan kurtulmam için birşeylere ihtiyacım vardı. Birine ihtiyacım vardı. Ben burada ölümle yalnızlık arasında kalmışken bir dosta, bir ferde ihtiyacım vardı. Aynadaki silüetimden iğrenmeyen beni böyle seven birini istiyordum.

Bir hafta geçti ya da geçmedi ve her gün olduğu gibi hemşire odama geldi. Hemşirenin yine rutin ziyaretlerinden birini yaptığını düşünsem de bugün enerjisi diğer günlere göre daha yüksekti. Bu oldukça belirgin bir reaksiyondu.

Hızlıca yanıma yaklaştı ve canlı bir sesle ''Bugün sana nasılsın diye sormayacağım'' dedi. Kaşlarımı kaldırarak ona sorar gözlerle baktım. Kadın çok heyecanlıydı ve bu yüz ifadesini kolluyormuş gibi hemen ''Çünkü zaten beş dakika içerisinde çok iyi olacağını biliyorum'' dedi. Ben bu sefer tepkisizce yüzüne bakarak devam etmesini bekledim. Kadın daha gür bir sesle ''Aradığım numaralardan birisi cevap verdi'' dedi.

Her cümlesinden sonra yaklaşık beş saniye duraksıyordu ve benim tepkimi ölçüyordu. Bende bu cümlede gerçekten çok heyecanlanmıştım ki o da bundan memnun olmuştu. Yatağımdan kalkmadan ayaklarım yerde yatağın üstünde oturdum. Hemşire tam karşımda dikilmiş heyecandan kocaman olmuş gözlerle bana bakıyordu. Bende çok heyecanlanmıştım ve ''Kim açtı telefonu?'' diye sordum. Kadın ''Sadece Elena adında bir bayan açtı diğerlerine ulaşamadım.'' dedi. Diğerleri neden açmamıştı ki?  Neyse onu yarın düşünürüm. Şu an Elena'nın telefonu açmasını düşünmek daha cazip geliyordu. Bende kadının nazlı anlatmalarını desteklemek için ''Eee hadi anlatsana neler dedi? Beni merak etmişler mi?  Nasıllarmış?'' diye dokudum nefes almadan. Kadın dudaklarını anlam verememiş gibi büzüştürdü ve ''Sadece seni görmeye gelmek istiyormuş.Telefonda da hiçbir sorumu yanıtlamadı zaten'' dedi. Bu onu pek mennun etmiş gibi gözükmüyordu ama elini 'amaan'der gibi salladı ve ''Boşver zaten kendisi şu an burada. Bizzat şahsından alacaksın bütün haberleri'' dedi hemşire. Burada mıydı? En yakın dostum, çocukluk arkadaşım, dert yoldaşım buradaydı. Acaba ben yokken neler olmuştu? Yangından nasıl kurtulabilmişlerdi? Sağlıkları yerinde miydi? Beni neden hiç aramamışlardı? Beni unutmuşlar mıydı?

Ayağa kalkarak hemşirenin tam karşısına dikildim ve ''Hadi ne duruyorsun çağırsana onu '' dedim. O da zaten bunu bekliyormuş gibi koşar adımlarla odayı terk ederek çıktı gitti.

Tam beş dakika sonra kapı çalındı. Çok heyecanlanmıştım şöyle ki aylardır hiçbir yakınımı görmemiştim ve şu hemşire dışında kimseyle oturup adam akıllı konuşamamıştım. En önemlisi bu ailemden biri sayılırdı. Dostumdu. Kafamda o kadar soru vardı ki... Hangisini önce sormalıyım,  hangisini en son sormalıyım, hangisini sormamalıyım diye düşünürken kapı açıldı ve o gözüktü. Koyu kahve gözleri ve dolgun saçlarıyla beni her zaman solda sıfır bırakan Elena'ydı bu...

Gözlerin Hüznün Mavisi(Klaroline)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin