Multimedia: Çağlar&Ekin ve IU 'Good Day'
Çağlar hocasız 3. haftamı devirmiş bulunmaktayım. Daha iyi miyim peki? Sanırım. Bir süre sonra insan alışıyor, dedikleri doğru. Sanırım alıştım ki, her şey daha kolay geliyor. Yaşamak, ders dinlemek, dans etmek, şarkı söylemek... Ah evet, dans demişken, bir kaç Kore fanı arkadaşım ile dans provalarına başladık. Cover çekip internete yüklemeyi düşünüyoruz. Bir de stüdyo ayarladık, şarkı coverları üzerinde de çalışıyoruz. Onlar sürekli hareketli şarkılar üzerinde yoğunlaşmışken, benim içimden hep hüzünlü şarkılar söylemek geçiyor. IU'nun Good Day şarkısını söylemem için beni zorluyorlar ama o high noteları yapabilecek gücü kendimde bulamıyorum. Çağlar hoca bana bir keresinde sesimin çok güzel ve güçlü olduğunu söylemişti ama şu an yanımda olmadığı için buna inanmak zorlaşıyor. O ve söylediği her şey bir hayalden ibaretmiş gibi hissediyorum. Aslında ne ben, ne de sesim güzelmiş gibi.
Çağlar Kaya'ya coverlarımı dinletmek isterdim. Bütün şarkılarımı ona adamak... Ama o olmadan şarkı söylemek bile amaçsız. Şarkılarım hep duygusuz.
Şimdi görüyorum ki, hiç biz diye bir şey olmamış. Gitmeseydin, biz olabilirdik Çağlar Kaya.
Defteri kapattım ve hocaya baktım. Hala alışamamıştım şu yaşlı profesöre. Adamın mükemmel bir Korecesi vardı ama bize aktarmada sıkıntı yaşıyordu. Çağlar hoca olsaydı, geçen ders kalktığımız sözlüden hepimizin 20 puan daha yüksek alacağından emindim. Sınıfın en yüksek sözlü notu 70'ti. O da benim notumdu zaten. Bu gidişle hepimiz sınıfta kalacağız.
•••••
Rümeysa ve Mert gün içerisinde sinemaya gitmek gibi mükemmel bir plan yapıp plana beni de eklemişler ama ne yazık ki, yine havamda değildim. Ben de onlarla gitmek yerine dans pratiği yaptığımız yere gittim ve tüm gün tek başıma dans ettim. Oradan çıktığımda saat, akşam 8'e geliyordu.
Tüm yol boyunca son ses hüzünlü Korece şarkıları dinlemeye devam etmiştim. Evin önüne geldiğimde ise arabayı park ettim ve bir kaç dakika daha arabada oturdum. Tam arabadan çıkacaktım ki, bir araç daha geldi ve benim arabamın önüne park etti. Yabancı değildi, ben de onu bekledim.
"Ooo Ekin hanım, araba alınca eve geç gelmeye başlamışsınız bakıyorum da."
Erdem arabamı patpatlayınca kaşlarımı çatıp ona baktım. "Çek o pis ellerini arabamın üzerinden."
"Görüşmeyeli beni ne kadar da özlemişsin öyle." Erdem yanıma geldi ve bana sarıldı. Ben de güldüm ve ona sarıldım. "Çok özledim, sorma."
"Ee, nasıldı bakalım yaz tatilin?" Gülümsemem aniden solmuştu. "Ekin?" Erdem kaşlarını çattı ve elini omzuma koyup endişeyle sordu, "Yanlış bir şey mi dedim?"
Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, aslında demedin. Ben- Sadece-" Konuşamıyordum. Nefeslerim hızlanmıştı. Ağlamak üzereydim.
"Ekin." Adımı söyleyişi ne endişe barındırıyordu, ne korku, ne de başka bir şey. Erdem bana sıkıca sarıldığında durumu anlamıştım. Erdem zaten her şeyi biliyordu.
Erdem'in beni sıkıca kavrayan kolları arasında gözyaşlarıma engel olamazken sordum, "Kim anlattı?"
"Mert." Belliydi. Kaç kişi biliyordu ki zaten? "Ekin, bana bak." Erdem omuzlarımdan tutup beni kendinden uzaklaştırdı ve yüzüme baktı. "Kendini bırakma. Sen bir erkeğin seni yıkmasına asla izin vermeyen bir kızsın. Sen değil miydin, hiçbir erkek beni üzmeyi düşünmeye bile cesaret edemez, diye felsefe yapan? Sen değil miydin, gereksiz insanlar için hele ki bir karşı cins için ağlamam, diyen? Ne oldu o Ekin'e? Kendi sınavından çakılıyorsun Ekin. Kendini bırakamazsın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
My Korean Teacher ✔
Roman pour AdolescentsSevmek cesaret isteyen bir iş. Bu cesarete sahip birini tanıyorum. Rümeysa Kılıç. Ne olursa olsun sevdiğin kişiden vazgeçmemek çok zor. Bunu başarabilen birini tanıyorum. Mert Aydın. Hırslı olmak hayatta bir çok şey kazandırabildiği gibi kaybettireb...