beş

21 6 20
                                    

causa sui yazarken ellerim o kadar titriyo ki anlatamam cok zor yazmasi... her cumlede kendinden bir detay bulunca kizlar


sıvası yer yer dökülmüş beyaz duvar, sökülmekten kendisini son anda kurtaran birkaç poster, varlığını bile unuttuğu küçük eşyalar, çalışma masasının üstünde kalmış onuncu sınıf testleri... odasındaki her şey, boran'a yabancı hissettiriyordu. 

eskiden ona normal gelen her bir parça, gözünün önündeydi ancak hiçbiri ona eskiden hissettiklerini hissettirmeye yetmiyordu. her bir parça ona eskisinden daha yabancıydı, her biri bir anıydı. neyin nerede olduğu belli değildi, önceden çok sevdiği tüm bu karmakarışıklık artık başını ağrıtıyordu.

odasının baş köşesindeki dante ve virgil cehennemde tablosuna yaklaşırken düşünüyordu, o cehennemin hangi katına layık görülecekti acaba? birini sevmek, cehennemdeki dokuz daireden hangi daireye uygun görülüyordu? şehvet miydi yoksa sapkınlık mıydı onunki? 

boran, hiçbir şey bilmiyordu. 

bundan iki yıl önce, çok sevdiği için odasının baş köşesine astığı bu tablonun ona neler hissettireceğini anlatsalar inanmazdı. her gün kendisini yargılayamasını sağlayan büyük yükün o tabloya bakınca daha da ağırlaşacağını söyleseler gülüp geçerdi. bir zamanlar onu uçukluğuyla güldüren olasılıklar, bir bir hayatının gerçekleri olmuştu. 

boynu bükülüyordu, güneşin doğuşunu ve batışını gördüğü her seferde yaradana bir dua gönderiyor ve canının alınmasını bekliyordu. cehenneme gitme arzusu, kendisini ilk defa bu kadar belli ediyordu. 

damarlarından akan kanda bile bir arzu varmış gibiydi, baskılıyor da baskılıyorlardı. patlamak için bekleyen her olgu, günün birinde patlayacaktı ve boran bundan en çok zararı yine kendisinin alacağından emindi. 

bir bomba patlarken kendisini imha ederdi, çevresine zarar verme amacı taşıyan her şey en çok kendisine zarar verirdi. kendisinde de böyle olacağına emindi, o kimdi ki bir farklılık yaratacaktı? 

onu durmadan pençeleyen yırtıcı düşüncelere direnmedi, yere çöküp her şeyin geçmesini bekledi. uzun sayabileceği bir süredir, kötü düşüncelere direnemiyordu. kafasından ne kadar atmaya çalışırsa çalışsın, beceremeyecekti ne de olsa. direnmek gereksizdi. 

hatırlıyordu, küçük bir çocukken kafasına kazınan tüm o gelecek masallarını ve içine yerleşen korkuyu.

ona güzel bir şey gibi sunulan imkanların hepsi, asitti sanki. yağmur olup üstüne yağmışlardı, birikmiş ve onu yakmışlardı. 

beyninin en ücra köşesinde kendisinin bile hatırlamaktan korktuğu çocukluk dayakları, annesinin sinir krizleri, babasının öfkeli sesi yankılanırken yaşamak zordu. yetmemişti, üstüne onu yargılayan sesler ve insanlar eklenmişti.

annesinin ona bakmaktan kaçınması, bakışları tesadüfen değerse de gözlerini gözlerinden ateşe dokunmuş gibi çekmesi, o iki saniyede annesinin gözlerinde gördüğü acıma ve iğrenme... bunları hak edecek ne yapmıştı?

amcasının sırtında şaklattığı kemer, babasının attığı tokat, annesinin nefreti, kuzeninin alay eder gibi gülüşü... daha ne kadar geriye itebilirdi anılarını, ne kadar tenhada olmalıydı? hatırlamak istemiyordu, unutmak ve bir daha asla hatırlamamak istiyordu sadece.

insanlık buysa insan olmak istemiyordu, insan olmak kendisine zıt olana zarar vermek değildi onun nezdinde.

anlam aramaktan da yorulmuştu, kendi adını bile unutacak kadar kötü bir haldeyken bile "neden?" sorusunu sorduğu günler çok uzakta kalmamıştı ne de olsa.

causa suiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin