mabel matizin sesi sakadir insalla agliyorum bi daha asla mabel matiz dinlerken bolum yazmicam
neredeyse boş, normalde olduğundan daha kasvetli görünen koridorda yürürken boran'ın aklında pek bir şey yoktu.
düşünceler, beyninde bir süre konaklıyor ve hiç var olmamış gibi öylece gidiyordu. düşüncelerini yakalamak için çaba sarf etseydi onları aklında tutabilir miydi bilmiyordu ama bunu yapmaya da çalışmıyordu, düşünceler ona şu ana kadar zarardan başka bir şey getirmemişti.
boran uzun bir süredir düşünmeyi bırakmaya çalışıyordu, bunu başarmanın ne kadar zor olduğunu başta anlayamamıştı. denemeye başladığında ise acı bir gerçeğin farkına vardı, düşünmeyi bırakma isteği bile bir düşünceydi en nihayetinde ve her eylemininin temeli düşünceye dayanıyorken bunu bırakmak intihar demekti.
yaptığı hiçbir şeyi düşünmeden, kısa bir süreliğine bile olsa aklına getirmeden yapamayacağını anlamak ona pek iyi hissettirmedi ancak yaşadığı iki yıl ondan sesini çıkarma yeteneğini bile almıştı.
sahi, boran'a "yaşadığın şeyler sana ne öğretti?" diye sorsalar birkaç farklı kelime sıralayabilirdi. kimseye güvenmemeyi derdi mesela, sonra kendi kendisini çürütürdü aklı. "kamer?" derdi sorarcasına ve devam ederdi. "ona güvendin."
aslına bakarsanız boran'ın problemi hiçbir zaman tam anlamıyla düşünmek olmamıştı, onun problemi aklının kendisine savaş açıyor olmasıydı.
aklı ona savaş açmaya başlayalı bir, bir buçuk yıl olmuştu. bu durum onun herhangi bir rahatsızlığına veya mental durumuna bağlı mıydı? bilmiyordu, tek bildiği ortada bir rahatsızlık varsa bile bu rahatsızlığın ondan kaynaklı olmadığıydı.
iki yıl boyunca kafasına kazınan düşünceler kendisine ait olmasa bile beyninin bir kısmında var olmaya devam ediyordu ve bu durum onun kendisinden iğrenmesinde o kadar etkili oluyordu ki kendi düşüncelerini kaybetme pahasına da olsa bir şekilde beynini boşaltmak istiyordu.
bu ruh hali aşabildiği bir durum değildi ve sanki her gün kendisini kendisine hapseden duvarlara bir tuğla ekleniyordu, o cehennemden dönüp mutlu olduğu hayatın geçtiği okula dönmüş olmasına rağmen öğretmenlerin aşağılayıcı bakışlarını hâlâ vücudunun her zerresinde hissedebiliyordu.
kendi hakkında güvensizdi, duyguları hakkında güvensizdi ama canını en çok acıtan düşünceleri hakkında bile güvensiz olmasıydı.
onu öyle bir hâle getirmişlerdi ki kafasındaki düşüncelerin kendisine mi, başkasına mı ait olduğunu anlayamamaya başlamıştı ve yaşadığı ikilem her seferinde onu biraz daha öldürüyor gibiydi. içinde oluşturdukları boşluk, günden güne büyüyor ve onu tüketiyordu.
kimse ona bakmıyorken bile yargılayıcı bakışları üzerinde hissediyordu, bir yere oturduğunda yerinde büzülüyor ve görünmeme ihtiyacı duyuyordu, gürültüden korkunca kulaklarını kapatmak için ellerini kaldırıyordu, nefes alırken çok gürültülü nefesler almamaya dikkat ediyordu ve uykuya dalmamak için elinden gelen her şeyi yapıyordu.
iki yıl insana çok şey öğretebilirdi, boran'a da çok fazla şey öğretmiş ve çok fazla acı bahşetmişti ama geçmişti işte. sadece savruluyordu artık, eskiyi düşünmüyor veya yeniye özlem duymuyordu ama yaşıyordu.
yaşadığı şeylerin ondan neler götürdüğünü sorsalardı birkaç anlamsız kelimeyi bile sıralayamazdı muhtemelen, kimse de soracak değildi.
yine de sorsalardı... elleri titremeye başlar ve gözlerinin önüne gözlerini kapatıp uykuya dalmaktan bile kaçınmasını sağlayan anılar gelirdi herhalde, boran hiçbir şeyden emin olmadığı gibi bundan da pek emin değildi.