Yine sabaha karşı uyanmıştım. Ara sıra böyle olurdu, uykum çok düzensizdi.
Yatağımdan kalkıp mutfağa yöneldim. Bir bardak suyu hızlıca içtikten sonra Hyunjin'in yanına gitmeye karar verdim, kolay kolay uyuyamazdım.
Odanın kapısını açtım fakat Hyunjin odada değildi. Odada olan tek gariplik çalışma masasının üzerindeki mektup zarflarıydı.
Hyunjin çok sevdiği bir arkadaşını kaybetmişti ve ondan kalan mektupları hala saklıyordu. Arkadaşının ölümünden beri bazı psikolojik sorunlar yaşıyordu. Ve ne zaman o mektupları okusa daha kötü oluyordu. Ve bu sefer odada da yoktu.
Genelde mektupları okuyunca onu sessizce ağlarken yakalardım. Hemen ceketimi askıdan alıp evden çıktım.
Önce yakın yerlere bakacaktım. Hyunjin'in gidip kitap okuduğu park, en sevdiği kahveci veya gidip çizimlerini yaptığı çimenlik... Önce parka gitmeye karar verdim.
Hyunjin'e çok bağlıydım, canımdan bir parçaydı o.
Parka giderken bir taraftan Chan hyungu arıyordum. Telefon üçüncü çalışta açılmıştı. Sanırım aradığım saatten dolayı endişeli bir sesle konuştu. "Ne oldu Felix bir şey mi oldu? O sesler ne sen odanda değil misin?" Chan böyleydi işte, üyelerini çocuklarıymış gibi sahiplenirdi. 20 yaşındayım ama yine de dışarıda olmama bu kadar endişeli. Tabii saat sabahın 6'sı olması bu endişeyi tetikliyordu.
"Sakin ol hyung. Evet dışarıdayım, Hyunjin odasında yoktu onu arıyorum, sen de gelebilir misin diyecektim. Kriz geçirirse tek başıma zaptedemem." Telefondan kapı açılma sesi geldi. "Tamam ben Changbin ve Minho'yu da alıp geliyorum, beraber ararız." Bu adamı çok seviyordum. "Tamam hyung~" telefonu kapatınca hızımı arttırdım.
Parka yetiştiğimde göz gezdirdim her yere, boş bira şişelerinden başka bir şey yoktu. İnsanlar daha doğrusu insan olamayan dağ ayıları burada içip pisliklerini toplamadan gidiyordu.
Parktan çıkıp yönümü kahve dükkanına çevirdim. Çok uzak değildi, birkaç dakika içinde yetişmiştim. Hemen girip artık sohbetimiz olan baristanın yanına gittim.
Niki beni görünce hemen yanıma geldi. Hiç beklemeden konuya girdim. "Niki, Hyunjin buraya geldi mi hiç? Bu saatte evde değildi." Niki telaşımı fark etmiş, haliyle meraklanmıştı.
"Evet, 1 saat falan oldu çıkalı. Kahve alıp durmadan çıktı, yaninda çanta vardı. Kesinlikle çizim yapmaya gitmişti. "Sağ ol Niki. Nerede oldugunu tahmin ediyorum. İyi günler sana!"
Chan hyunga hızlıca bir mesaj yazıp hep gittiği çimenlik alana gelmelerini söyledim. Artık sabrım tükendiğinde koşmaya başladım, 2 dk sonrasında uzaktan Hyunjin'in silüetini görebiliyordum.
Bir bankta dizlerini kendine çekmiş, çenesini de dizlerine yaslamıştı. Muhtemelen ağlıyordu. Yanına gidersem beni aniden görünce korkacaktı. Önce aramaya karar verdim. Telefonu çalmaya başlayınca hareketlendi, ekrana baktı. İsmimi görünce görmezden geldi ve başını tekrar dizlerine yasladı.
Sessizce biraz daha yaklaştım. Daha net bir şekilde görebiliyordum. Ne kadar sessiz olmaya çalışsa da iç çekişlerini duyabiliyordum. Kollarını sıkıca bedenine sarmıştı, titriyor muydu?
Bu sefer mesaj yazmaya karar verdim. "Az sonra yanına geleceğim, korkma." Sonra telefona bakması için tekrar aradım. Yine ekrana bakıp sessize aldı ve o an mesajımı fark etti. Etrafına bakındı, beni gördü mü, bilmiyorum. Gördüyse de görmezden gelip tekrar önüne döndü.
Yavaş yavaş yanına gittim. Tam karşısında durunca tepki vermemişti. Aynı pozisyonda çenesini dizlerine yaslamış ağlayarak bakışlarını tek bir noktaya odaklamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Stars In Your Eyes | Hyunlix
FanfictionGözlerinden dökülen yıldızlar hayatımla eşdeğer... Semelix UkeHyun Angst değildir Smut yok