İhanet her dilde, her ırkta ve her destanda aynı hikâyeyi anlatırdı kulağa. Ağızdan dile, gözden zihne geçse dâhi sessizce aynı duyguyu fısıldardı. Bizim yaşadığımız ihanet; boyutuyla beraber ölümü konuşurdu yalnızca. Onlarca, binlerce vampirin biz masumlara olan ihanetinin insanoğluna getireceği şeylerden en dehşeti tehditkârca ölümdü.
Gerekeni yapmak bizlere düşmüştü. Savaşı avuçları arasında tutup sıkı sıkıya kavrayacak, bir yere kaçmasını izin vermeyip kötüyü engelleyecek yegâne ırk bizdik.
Şimdi üzeri Asya'nın kuzeyinden aldığı işlemeleriyle donatılan faytonun içindeki kadife derili koltuğa gömülmüş, camın açık kalan aralığından geçtiğimiz ormandan esen rüzgar çarparken Kraków'a gidiyorduk. Burası, vampir toplumunun hükmü altında yürütülen koca bir ülkeydi. Camdan baktığımda tepesinde biriken koyu bulutları görebiliyordum, bu içime daraltı eklerken birkaç saat içinde oraya varacak olmamız göze korkunç, zihne inanılmaz geliyordu.
Faytonun camını az da olsa örten kalın kumaşlı perdesini kenara iteklemiş, ormanı geniş açıyla görmemi sağlamıştım. Sanki yaşadığımız bu canlı dünyayı daha fazla göremeyecekmişim gibi bir korku vardı içime işleyen, aklımın kuytu köşesinde rahatsızca varlığını belli eden. Buna takılmamaya çalışmış; tepeden varlığı barizce belli olan garip, ışığı geçirmediğine kesinlikle emin olduğum koyu mavi bulutlara diktim gözlerimi. Altında hüküm süren ülke, her ne kadar zamanında ihanetin başrolü olsa da savaşımızın duraksaması, hatta şansımız varsa tamamen bitmesi için bir piyes sahasına dönecekti.
Aktörü ve aktrisi önceden belirlenmiş bir piyes; koca vadileri, bilinmeyen suları, keşfedilmeyi bekleyen güzellikleri olan Kraków sahnesinde.
Kardeşim Yeri için hazırlanan davet, her ne kadar vampirler gelecek kişiyi bilmemesine rağmen kalbe heyecan vericiden çok gergin geliyordu. Zaten içimde sıkıntısını belirten daraltı kademe kademe artıyordu işi derince düşündükçe. Hem kardeşime yanıyor hem de savaş duraksama dönemine girse de ailecek yaşayacağımız duraksamayı düşünüyordum.
Bazenleri sorun bizdeymiş gibi hissederdim; sanki hayat suyuna, kana, sahip olmak yaradılıştan değil de tamamen kendi irademizle istediğimiz bir şeymiş gibi, kendimi teselli edemez şekilde bize bağlıymış gibi hissederdim savaşın ve barışın. Beni güçsüz hissettiren buydu, başımı zihin çukurumdan kaldıramama sebebimdi geceleri yatağımda kan ter içinde uyandığımda.
Kız kardeşimi vampirlerin ellerine vereceklerini söylediklerinde de sorun bizdeymiş gibi hissediyordum. İleri mi gidiyorduk, yoksa basit bir adım mıydı; kardeşimin hayatını meşhur derebeyiyle mahvetmek?
Eğer gelecek açısından baktığımızda, ülkedeki özgürlük için oldukça önemli adımlardan biriydi. Ancak durumun ciddiyeti de göz ardı edilemezdi, bunun sonrasında savaşın kesinlikle duraksama dönemine gireceği belirginken özgürlüğümüz konusunda aynı ifade geçerli değildi. Korkutucu olan buydu; özgürlük basitçe kazanılacak mesele değil aksine barizdir ki kan dökmeden, kaybetmeden kazanılmazdı. Benim evrenimde bunun imkânı yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
let the light in
Vampirebir savaştı süregelen, önünde diz çöktüğümüz çatışlardı benliğe kavuşturan. !vampireau [bir süreliğine ara verildi!]