prologue

39 4 0
                                    




İnsan, kendini bile sevemezken bir başkasını sevebilir miydi? İnsan, zihninde ölüm senaryolarını düşünürken ufak bir umut kırıntısı ile hayata bağlanabilir miydi? Hayır, yapamazdı. Sevemezdi kendinden başka bir canı gözlerine bakarak, hissederek ve belki de en çokta severek. Tutunamazdı ellerine kayıp düşeceğini bile bile; isterdi onu bencilce. Atan kalbini durdurmak isterken teslim edemezdi bir başkasına sonlarının kötü olacağını göre göre.

Ancak Roseanne Park, yapmıştı. O'nun o şefkatli ellerine teslim etmişti kırılgan kalbini, onarmasını dileyerek. Sargı bezlerini getirmeyi unutmuştu, çünkü sorun değildi. Onun iyileştirici ve onarıcı ellerini, kalbini ve gözlerini düşünmüştü teslim ederken kalbini. Her zaman bir kurtuluş vardır, demişti o çocuk onu gördüğü ilk gün. "Sadece yaşamaya bak, küçük kız."

Roseanne ise o andan itibaren bağlanmıştı ona istemeyerek. Halbuki hiç istememişti birine bağlanmayı; nefret etmişti insanlardan. İnsanoğlu bencildi, ne istediğini bilmezdi ve hep daha fazlasını dilerdi. Yetinemezdi elindekilerle, gözlerini açar ve kırdıkları kalpleri umursamazdı. Sahte gülücükler saçar ve hedeflediği şeye sahip olana kadar maskesini takmaya devam ederdi. Ancak o akşam gördüğü adam bir insana benzemiyordu; insan olamayacak kadar güzel görünüyordu çünkü. Isıtan kahverengi gözleri ve güldüğünde kısılan gözleri vardı onun. Rüzgar esince dağılan saçları ve şefkatli bakışları ile bir insan olamayacak kadar melek görünümlüydü. Ya da öyle sanıyordu minik Roseanne.

Şefkat ve sığınacak sıcak bir yuva istiyordu minik kız; ailesi bunu ona verememişti. Gerçi, aile kavramı çok uzak değil miydi ona? Küçüklük anılarında onu sarıp sarmalayan ve neşelendirmeye çalışan bir annesi olduğunu hatırlamıyordu. Ya da dünyalardan çok sevdiği ve dertlerini paylaştığı bir babası olduğunu hissetmemişti hiç. Hep o çabalamıştı, hep o istemişti sevgi dolu bir yuvası olmasını. Karşılığında aldığı ise minik bedenindeki yanık izleri ve çeşitli travmalar olmuştu sadece. Bunları hak etmiş miydi, minik Roseanne? Normal bir çocuk nasıl bir ortamda büyür ve hissederse öyle olmak istiyordu. Ancak çok yorulmuştu minik kalbi; her geçen gün daha yavaş atıyordu sanki. Kaldıramıyordu zihni olanları; belki de kurtuluşu sandığından daha da yakındı ona.

Kurtuluşu ve Esareti.

Kurtulduğunu sanarken daha çok acı çekecekti küçük kız. Sessiz çığlıkları ve titreyen elleriyle daha fazla zarar verecekti kendine. Ancak olamazdı böyle bir şey, değil mi? Sonuçta kırılgan kalbi onarılmaya başlamıştı şefkatli bir adam tarafından. Birlikte yeni bir yol çizeceklerdi kendilerine.

Gün ışığının uğramadığı bir yol.

Ancak her şeye rağmen savaşacaktı ruhu. Çünkü o, öyle söylemişti. Her zaman bir kurtuluş vardır. Sadece yaşamaya çalış, küçük kız.

En büyük darbeyi ise ondan yiyeceğini bilmeyerek teslim etmişti yüreğini.

If Only The Walls Could TalkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin