"Hoş geldini...z?" Gözlerim Phil'in hemen arkasındaki Mason'a takıldığında duraksadım. Seni davet ettiğimi hatırlamıyorum ama... Yüzündeki düz ifadeyi bozmadan bakışlarımı yakaladığında yutkundum.
Phil aramızdaki garip tansiyonu fark etmiş olacak, elindeki kağıt poşeti kucağıma bırakarak içeri adımlayan ilk kişi olmuştu. Alayla "Yolda bunu bulduk," dediğinde kıkırdamaktan kendimi alamamıştım. "Sokak hayvanlarına özel bir hassasiyetin olduğunu bildiğimden sorun yapmazsın diye düşündüm."
"Philip Walter Foden..." Yavaş hareketlerle onu takip eden Rebbecca'ya dikkatlice sarıldım. Karnı henüz aman aman büyümemişti ama yine de dikkat etmekte fayda vardı. "Şakalarının dozunu ayarlamanı daha kaç kere söylemeliyim?"
"Hoş geldin." Gözlerini kırpıştırarak geri çekildi. İkisi yolu bildiklerinden çoktan salona doğru yol alırken Mason, kapı eşiğine yaslanmış, bir şey dememi beklercesine gözlerimin içine içine bakıyordu. "Bütün akşam öyle mi duracaksın?"
"Karşımda sen olacaksan..." Göğsünde bağladığı kollarını gevşetirken her zamanki gülümsemesini takındı.
İnsanları nasıl etkileyeceğini gerçekten iyi biliyordu. Bu yalnızca karşı cins için geçerli değildi, Mason tanıştığı herkes tarafından çok sevilirdi. Çocuklar, yaşlılar... Bir ortama girdiğinde favori kişi olması uzun sürmezdi. Şeytan tüyü vardı üzerinde.
Onu tehlikeli yapan şey, tüm bunların farkında olmasıydı.
"İçeri gel," dedim gözlerimi devirirken. Bunu bekliyormuş gibi ayakkabılarından kurtularak bana doğru adımladı ve ben ne olduğunu anlayamadan yanağımdan bir makas aldı.
"Lavanta kokuyor. En azından bu değişmemiş." Kapıyı arkasından kapatırken duyduğum cümleyle duraksadım. Daha önce söylediklerime gönderme mi yapmıştı o?
Ağzımdan çıkanları bu kadar umursadığını bilmiyordum.
Üzerindeki ceketi alırken gözleri benimkileri yakalamıştı yeniden. "Hoş geldin," dedim. Sesim neredeyse fısıldar gibiydi.
"Çok hoş buldum."
Öylece birbirimize bakarken Ronnie'nin sesini duymuştuk. "Gloriaa! Neredesin, seni özledim!" Mason gülümsemesini bastırmak için alt dudağını dişlerken ceketini girişteki dolaba astım ve ona döndüm. "Gel, salona geçelim."
"Hay hay!"
•
"Anlat bakalım," dedi Phil kucağındaki boş tabağı sehpaya bırakırken. "Neler oluyor?"
"Bir şey olduğu yok." Omuz silktim. Anlatmak istemediğimden falan değildi, gerçekten bir şey olmuyordu.
Okulun tatil olmasını fırsat bilip İngiltere'ye, sevdiklerimin yanına dönmüştüm. Babamla vakit geçirmek, arkadaşlarımı görmek... Bana iyi gelen şeyleri yaparak dönem açıkken kaybettiğim enerjiyi geri kazanıyordum. Niccolo'nun garip hamlesi dışında özel denebilecek bir olay yaşamamıştım, ondan da zaten Phil haberdardı.
"Kızı sorguya çekmesene." Rebecca Phil'in karnına dirsek atarak araya girdiğinde kıkırdadım. Düşününce, aralarındaki ilişkiye hep imrenirdim. Phil ne kadar zaman geçerse geçsin büyümeyen bir çocuktu, Rebecca ise tam tersiydi. Olgun, sorumluluk sahibi, müthiş bir kadındı. Genelde Phil yersiz davranışlarda bulunduğunda onu dizginleyen taraf olurdu. Birbirlerindeki zıtlıklara aşık olmaları muhteşem bir olaydı. Oldukça rutin, gençliğin fevriliklerinden uzak, huzurlu bir ilişkileri vardı.
"Ya yok... Olsa anlatırım zaten." Mason dikkatini elindeki telefondan çekip bana verdiğinde yutkunma ihtiyacı hissetmiştim.
"Gloriaaaa!" Ronnie kucağında Sirius'la salona giriş yaparken yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. "Sirius çok büyümüş, artık kucağıma alamıyorum!"
"E almışsın ya..." Dünyada Ronnie'den daha tatlı bir çocuk yoktu bence. Başkaları benimle hemfikir olmayabilirdi çünkü onu tanımıyorlardı. Tanısalar anlarlardı zaten, büyülü bir çocuktu Ronnie. "Gelsene yanıma, bugün sarılmadın bana." Dudaklarımı yalandan büzdüğümde yüzünde hafif bir şaşkınlık belirmiş, Sirius'u yavaşça yere bırakarak bana doğru koşmuştu.
Minik bedenini kucaklayarak dizlerime oturttum. O da kollarını belime sarmış, başını göğsüme yaslamıştı. "Seni çok özledim. Neden bu kadar uzaktasın ki? Eskisi gibi yakın olsaydık hep sana gelirdim..." Burnunu çektiğinde ağlamak üzere olduğunu anlamıştım.
"Hey..." Bedenini benimkinden ayırarak dolu gözlerine baktım. "Ağlamakla ilgili ne konuşmuştuk?"
Bakışlarını tavana sabitleyerek konuştu. "Kendimizi çoook çok kötü hissedene kadar ağlamak yok. Ağlamak başımızı ağrıtır."
"Aynen öyle..." Gururlu bir ifadeyle saçlarını karıştırdım.
"Ama Gloria..."
"Hm, Ronnie?"
Rebecca, Phil ve Mason bir filmin en heyecanlı sahnesini izler gibi bizi izliyordu. Ronnie bakışlarını benimkilere sabitledi ve gözyaşlarını zapt etmek için gözlerini birkaç kez kırpıştırdı.
"Ben seni özleyince çoook çok kötü hissediyorum."
Ne diyeceğimi bilemezken şaşkın bakışlarım Phil'inkilerle buluşmuştu. Onun yüzündeki ifade de benimkinden pek farksız değildi. Ronnie beni severdi, doğduğu günden beri onunla çok vakit geçirmiştik ve oldukça iyi bir iletişimimiz vardı ama bu denli bağlanmış olacağı aklıma gelmezdi. Kanla bağlı değildik sonuçta.
"Babama Gloria'ya gidelim diyorum, çok uzak diyor! Nerede bu İtalya?"
Duygulandığımdan ötürü akan bir damla göz yaşımı ışık hızında sildim ve ona döndüm. "Sana bir sır vermemi ister misin?" diye sordum sesimi gizemli çıkarmaya çalışarak. Hevesle başını salladığında gülerek kulağına eğildim. "Aslında İtalya o kadar uzak değil. Baban isterse beni görmeye gelebilirsin."
"Ciddi misin?" Gözleri kocaman açılmıştı. Dudaklarında ise kocaman bir gülümseme asılıydı. Kıkırdarken göz kırptığımda dudaklarını birbirine bastırdı. Bu çok gizli bir bilgiydi ve babasını ikna edene kadar saklamalıydı.
"Biraz daha pasta ister misin?"
"Olur!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
how you get the girl | mason mount
Fanfictionand you were to afraid to tell her what you want and that's how it works that's how you get the girl mason mount ff texting + düzyazı