evden çıkmadan önce üstüme geçirdiğim kazağımın kol kısmını avuçlarıma hapsederken derin bir nefes aldım ve rüzgâr yüzünden gözlerime düşen saç tutamımı kulağımın arkasına sıkıştırdım. soğuk yüzünden vücudum hafifçe titrerken onun parkta beni beklediğini bildiğim için adımlarımı hızlandırdım ve karşıdan karşıya geçerek parkın bulunduğu sokağa girdim.
kafası yerinde değildi, bunu biliyordum. beni her kötü olduğunda yanına çağırıyordu ama bu sefer farklı hissediyordum. kalbim acıyor, gözlerim rüzgâr yüzünden sulanıyordu. ne diyecektim, nasıl başlayacaktım konuşmaya? bilmiyordum, belki hissettiğim gibi bir şey olmayacaktı. kızacaktı, bağırıp çağıracak, seungmin'in ona söylediklerini yüzlerce kez yüzüme vurarak yine iğrenecekti benden. ya da hiç konuşmayacaktı, konuşmayacaktım. öylece oturacak, sadece yanımdaki varlığını hissederek huzurla soluyacaktım havayı. ya da belki sadece birbirimizi izleyeceğiz.
o kadar çok özledim ki onu, tam tamına üç senedir her günüm paramparça oldu. onu göremediğin her saniye zehir oldu. içimdeki korkunun sebebiyetini bilmiyordum. rahatlamak adına derin bir nefes alıp parkın girişindeki büyük kapıyı yavaşça kenara çekerek içeriye girdim ve sürekli oturduğumuz bankın tarafına doğru adımladım.
ellerim titriyordu. gözlerim yanıyor, vücudum titriyordu. heyecandan mıydı bilmiyordum ama onu görmenin verdiği mutluluk vardı içimde. hızlı adımlarım bankı bulduğunda yavaşlamış, arkası dönük oturan bedeni gördüğümde gözlerim sulanmıştı. bu parka gelmek bile her seferinde göğüs kafesimin sıkışmasına sebep olurken derin bir nefes aldım.
burnumun direği sızlıyordu. kalbim onu görmenin etkisiyle hızlıca çarparken avucumu göğsüme bastırdım. parkın, sokağı aydınlatan lambasının altında oturuyordu. bacaklarım kıpırdamadı bir süre, ayaklarım ilerlemedi. hızlanan kalbim ve nefesim ile gözyaşım yanağımdan süzülürken elimin tersiyle sildim ve burnumu çektim.
birkaç adım yaklaştım ona. her adımımda kalbim çarpıyor, nefesim hızlanıyor ve gözlerim doluyordu. ellerim titriyor, bacaklarım beni taşımıyordu. nefes alamıyor, yutkunamıyordum bile. omuzlarını çökmüş bedene her adımımda daha çok yaklaşırken ellerimi dudaklarıma bastırdım. nefes almam zorlaşıyor, hıçkırarak ağlamamak için ellerimi sıkıca batırıyordum dudaklarıma.
gözlerimi sıkıca birbirine bastırıp gözlerimde biriken yaşların yanaklarımdan süzülmesine izin verdim. bacaklarım titrerken hemen yanımda olan ağaca sırtımı yasladım ve dizlerimin üzerine çökmemek için büyük bir uğraş verdim.
kendimi sakinleştirmeye çalışırken elindeki pamuk şeker paketini fark ettim. gözyaşlarım daha da hızlı akarken bu sefer de bileğindeki saati kontrol ettiğini gördüm ve avuçlarımı gözlerime bastırıp biraz daha sakinleşmek adına birkaç saniye beklettim. ağladığımı fark etmemesi için yanaklarımdaki gözyaşlarımı silerken derin bir nefes aldım tekrardan ve yaslandığım ağaçtan ayrılıp birkaç adım ona doğru ilerledim.
arkası dönük oturduğu bankta ona biraz daha yaklaştım. dokunabileceğim kadar yakındı ama yapamadım. bakmaya bile kıyamıyorken dokunamazdım. ancak o geldiğimi fark etmiş olacak ki bankın kenarına tutunarak olduğu yerde hafifçe arkasına dönerek bana baktı.
dudaklarını birbirine bastırdı beni gördüğünde, gözlerinin dolduğunu görür gibi oldum ama hemen ayağa kalktığı için emin olamadım. elindeki pamuk şekeri sıkı sıkıya tutarken sanki ilk defa onu görmenin acısıyla kalbim cayır cayır yanıyordu.
ellerimin titremesi şiddetlendi onunla göz göze gelince. gözlerimin içine bakarken ne düşündüğünü merak ediyorum. gözlerim doluyor yeniden, hafiften alt dudağım titriyor. ne hissediyor acaba? onun canı da benimki kadar yanıyor mudur? tam karşımda duruyor, sarılmak istiyorum ama cesaretim yok. kirpiklerinin her bir telini öpmek istiyorum, bana bunları yaşattığı için kendini suçlamamasını söylemek istiyorum ama yapamıyorum. o da bir şeyler yapmak istiyor mudur acaba? ikimiz de konuşmuyoruz. dilimiz lâl olmuş.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
vedalardan bir buket, changjin ✓
Fanfictionʼʼbenʼʼ sen demekti ve sen beni yok ettin.