üç yıl sonra.
elimde tuttuğum buket demetini arkamda kalan yatağıma dikkatlice bırakarak tekrardan arkamı döndüm ve aynadan çökmüş bedenime baktım. o günden sonra saçlarıma bir kez bile makas vurmamıştım. uzadıkça uzuyordu ve benim kesmeye mecalim bile yoktu. kesemezdim zaten, elim gitmezdi kesmeye. kesersem bana olan son dokunuşlarını kaybedecektim, yapamazdım. onu da kaybedemezdim. gözlerimin içi kıpkırmızı, göz altlarım ise mosmordu. dudaklarım birkaç gündür su içmediğim için kupkuru olmuştu. omuzlarım çökmüş, yüzüm olduğundan daha fazla solgun gözüküyordu.
cebimde sessize aldığım telefonum titreşirken elimi cebime atarak ne ara dolduğunu anlamadığım gözlerimi elimin tersiyle silerek aramayı yanıtladım.
"efendim minho?"
elimi atkıma atarak hafiften bollaştırıp yatağın üstüne bıraktım bedenimi. gözlerim saate kaydığında daha zamanımın olduğunu görerek hafifçe arkama yaslandım. "ne zaman gideceksin oraya? biz de gelelim mi?" dediğinde minho, göremeyeceğini bilsem bile kafamı iki yana salladım. "hayır, tek gitmek istiyorum."
"iyi olacak mısın?"
derin bir nefes alıp derince yutkundum. kelimelerim dilime ulaşamadan intihar ediyordu sanki. "olacağım."
minho'nun derin bir nefes aldığını işittim, sonrada birkaç hışırtı sesi. "ne zaman istersen ara, gelip seni alırım tamam mı?" her şeyin normal olduğuna inanmak istiyordum ama değildi. şimdi bu binadan çıkacak, hyunjin ile buluşacaktım. oturacak, sohbet edecek, bensiz hayatının daha güzel olduğunu görecektim. buna inandırmak istiyordum kendimi.
aynadan kendime bakarken gözümden süzülen yaşın çeneme doğru aktığını gördüm. "minho," dedim titreyen sesimle. hışırtı sesinin kesildiğini duydum benim cümlemden sonra. "hmm?" derin bir nefes alıp ayağa kalktım tekrar. kendime çeki düzen vermem gerekiyordu. yıllar sonra karşısına çıkarken bu kadar kötü gözükmemem gerekiyordu.
"teşekkür ederim, her şey için."
hafifçe güldüğünü işittim minho'nun, arkadan birkaç ses geliyordu ama algılayamayacak kadar dağınıktı kafam. korkuyordum biraz. birkaç saat sonra olacaklardan korkuyordum. "o nasıl söz öyle oğlum? ben yanında olmayacağım da kim olacak? bir daha sakın böyle bir şey söylediğini duymayayım." dudaklarımda oluşan küçük gülümseme ile aramayı sonlandırdığımda hemen solduğunu gördüm ve derin bir nefes aldım. gitmem gerekiyordu.
gitmem gerekiyordu çünkü hyunjin beni bekliyordu.
derin bir nefes verip aynadan son kez kendime bakarken hızlıca masada duran şapkamı kafama geçirdim ve yatağıma bıraktığım buketi de alarak odadan çıktım. merdivenlerden inerken insanların şüpheci bakışlarına maruz kalmamak için hızlıca inerken bir yandan da şapkam ile iyice yüzümü kapatmaya çalışıyordum. zor bela çıktığım binadan göz ucuyla etrafıma bakarak bulunduğum mahalleyi kontrol ederken kimsenin olmaması işime gelmişti
buketi sıkıca tutarak hızlı adımlarla taksilerin bulunduğu bölgeye ilerledim. çok uzak değildi bulunduğum yere o yüzdem birkaç dakikanın ardından boş bulduğum taksiye binerken derin bir nefes verip arkama yaslandım. yaşlı amcanın sorduğu soruyla boğazıma bir yumru otururken elimdeki buketi parmaklarıma sarıp sorusunu cevapladım.
amcanın itiraz etmeden kafasını salladığını ve önüne dönerek arabayı çalıştırdığını gördüğümde gözlerimi kapattım ve kafamı cama yasladım.
hyunjin'i, en büyük aşkımı, uzun yıllar ardından ilk defa görecek olmanın verdiği hisle doldu gözlerim. çok kızacaktı bana. bu kadar beklettiğim için, gelemediğim için, bağırıp çağıracaktı belki de. minicik, ufacık vuracaktı bana. belki de hiç konuşmayacaktık. oturacaktık öylece ve hiçbir şey söylemeden sadece birbirimize bakarak kavuşmanın verdiği rahatlama hissi ile olacaktık. ya da belki hiç gelmeyecek, saatlerimi orada bırakarak onu bekleyecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
vedalardan bir buket, changjin ✓
Hayran Kurguʼʼbenʼʼ sen demekti ve sen beni yok ettin.