ep. 3 : the perfect trio.

44 3 4
                                    

Bir haftadır zihnimden çıkamıyordu adı: Hwang Hyunjin. Onu düşünmemek için her şeyi yaptım ama onu düşünmek dışında hiçbir şey yapamadım. Delirmek üzereydim. Rüya gibi geliyordu o gece, gerçekliğine inandıramıyordum kendimi. Adını bile yeni öğrendiğim biri nasıl beni bu denli etkileyebilirdi? Birlikte yaptığımız tek şey dans etmekti.

***
Zilin çalmasıyla beraber oturduğum koltuktan kalkıp kapıyı açmaya koştum. Kilidi çevirmemle Felix'le birbirimize sarılmamız bir oldu.
"Günaydın Ophie'm!"
"Günaydın Lixie'm."
Ayrılıp mutluluk saçan gözlerimiz buluştuğunda ağlamamak için kendimi zorladım. O çoktan ağlamaya başlamışken karşısında güçlü durmalıydım.
"Hayallerimiz gerçek mi oluyor Ophie? Yoksa rüyada mıyım?"
Ağlamaklı çıkan bebeksi sesi öylesine şirin gelmişti ki dayanamayıp yanaklarını sıktım.
"Hepsi gerçek Lix. Başardık."
Gülümseyerek bunu söylediğimde daha çok ağlamaya başladı, ben de minik bedenini tekrardan kollarımın arasına aldım.
"Daha fazla ağlama artık, geç kalmayalım okula."
Usulca başını sallayınca elinden tuttum ve birlikte arabamı park ettiğim yere kadar koştuk.

*
Sınıfa geçtiğimizde heyecandan bayılmak üzereydim.Yanımda oturan Felix de aynı şekilde hissediyor olacak ki yerinde duramıyordu, sürekli kıpır kıpırdı.
"Şimdi dersimize girecek olan öğretmen yeniymiş sanırım. Bazıları koridorda yürürken görmüş, çok yakışıklıymış diyorlar. Hadi yine iyisin, sana da her yerden ekmek çıkıyor."
Felix'in söylediğiyle kahkahamı bastıramadım.
"Saçmalama istersen Lix, öğretmenime o gözle bakar mıyım sence?"
Felix omuz silkip "Bakan var." deyince ister istemez yine küçük bir kahkaha attım.

Hava gittikçe sıcaklamaya başlayınca elimi kendime yelpaze olarak kullanmaya karar verdim. Başım eğik, sıramın üzerindeki çizim kalemlerime odaklanmış bir şekilde duruyordum ki Felix'in sesiyle ona döndüm.
"Geldi!"
Hızla bakışlarımı sınıf kapısına çevirdiğimde tuttuğum kalemin elimden kayıp yere düştüğünü bile fark edemedim. Nasıl yutkunacağımı dahi unuttuğumu hissettim.

"Ne?"

Şaşkınlıkla ağzımdan çıkan sözcüğe engel olamamıştım.
"Ne oldu?"
Meraklı bir şekilde bakan Lix'e başımı sallayarak "Ne? Olmadı bir şey, ne olsun..." diye ağzımda geveledim.
"Hadi ama, adamın yakışıklılığına şaşırdın, değil mi? Baksana, cidden haklılarmış."
Felix'e şöyle bir baktıktan sonra gülerek, "Sen pek bir beğendin sanki?" dedim.
Felix yüzünü buruşturarak bana bakarken öğretmenimiz kendi sırasına oturmuştu bile.

"Öncelikle herkese merhaba. Ben artistik anatomi öğretmeniniz Hwang Hyunjin. Bu yıl sizin bu okulda ilk yılınız, benim de öğretmenliğimde ilk yılım. İlklerle dolu bir sene olacak gibi görünüyor."

Gülümseyerek söylediği bu cümlelere karşılık benim tek tepkim ağzımı yarım metre aralayarak onu izlemek olmuştu.
"Ophie kapa şu ağzını."
Lix'in fısıldayarak söylediği bu cümleye karşı gülümsememe engel olamazken sınıftan bir kızın sorduğu soruyla yeniden Hyunjin'e odaklandım.
"Hocam, başka yerde görsem yaşıtımsınız sanırdım. Kaç yaşındasınız acaba?"
Aynı sorunun cevabını ben de çok merak ediyordum. Sorgulayan gözlerle izlemeye başladım.

Hyunjin şirin bir şekilde kahkaha atıp, "Aslında o kadar da yaş farkımız yok sanırım. 22 yaşında olduğuma göre yaklaşık olarak sizden 4 yaş büyüğüm." dediğinde 4 yaşın o kadar da fazla olmadığına dair nedenini anlamadığım bir şekilde kendimi ikna etmeye çalışıyordum.

"Zamanla birbirimizi daha iyi tanıyacağız. Şimdi eğer yanınızda varsa, çizimlerinize bakmak-"

Konuşurken bakışlarını öğrencilerde gezdirirken gözlerimiz buluştu. Öyle bir sessizlik hissediyordum ki dünya susmuştu sanki. Oldukça uzağımda olmasına rağmen göz bebeklerinin büyüdüğünü buradan bile görebiliyordum. Bir süre öylece bakarken birbirimize; saniyeler de anın büyüsüne kapılıp durmuş ve karnımda kanatlanan kelebeklerin sonsuzluğa uzanmasına izin vermişti.
Birkaç öğrencinin çatık kaşlarla olduğum yere baktığını fark ettiğimde bakışlarımı hızlıca sırama ve ellerime yönelttim.
Sınıftaki derin sessizlik Hyunjin'in konuşmak için öksürmesiyle son buldu.

"E-evet, çizimlerinizi sıranızın üzerine koyun lütfen..."

Telaşla önümdeki eskiz defterinin rastgele bir sayfasını açıp tekrardan sırama koydum. Ben nefesimi kontrol etmeye çalışırken Hyunjin benim sırama gelmemek için oldukça yavaş davranıyor, bunun için özel bir çaba harcıyor gibi hissediyordum.
Felix'e döndüğümde gözlerini kısarak bir vakanın arkasındaki gerçeği çözmeye çalışıyorcasına beni izliyor olduğunu gördüm.
"Bir şeyler olmuş."
"Bir şey olduğu yok, dön önüne."

Sonunda Hyunjin benim sırama geldiğinde kalp atışlarımın hızını fark etmemesi için Tanrı'ya yalvardım. Defterimi eline aldı, ilk sayfayı açıp uzun uzun inceledikten sonra sırayla diğer sayfaları da çevirmeye başladı. Her gördüğü çizimde şaşkınlıkla gözleri parlıyor, dudakları aralanıyordu. Defterin son sayfasına kadar geldiğinde yavaşça kulağıma eğilip "Harika iş, Ophelia." diye fısıldadı ve arka sıramdaki öğrenciye geçti.

Kulağıma ve boynuma verdiği nefesinin sebep olduğu gıdıklanma hissinin altından Felix'in kolumu dürtüklemesiyle çıktım. Ağzını sessizce oynatarak "Seni yalancı!" dediğinde gülmemi bastırmak için ellerimle ağzımı kapatmak zorunda kaldım.

***
"Her şeyi duydum Ophie, dökül bakalım! Nerden biliyor o adam senin adını?"
"Öğretmenimize 'o adam' mı diyorsun, Lix? Ne kadar ayıp!"
"Lafı dolandırma bakalım, anlat hemen."
Lix'in ısrarlarına daha fazla dayanamayıp en başından her şeyi anlattım. Çok da bir şey olmamıştı zaten... Sanırım.
"Nasıl yani? Bildiğin yağmurun altında dans mı ettiniz şimdi? Bu romantikliğin kaçıncı seviyesi kızım?"
İşaret parmağımı dudaklarıma götürüp sus dercesine baktım ona.
"Sessiz ol lütfen! Duyan olmasın."
"Kimse Hyunjin'in dibine kadar girip kulağına fısıldadığını görmedi mi sanıyorsun? Sınıftaki kızlar sana her an yumruk atacaklarmış gibi bakıyorlardı."
Derin bir iç çektim. Başıma yeni bir dert daha almışım gibi görünüyordu.
"Aman, neyse... Aramızda bir şey olacak değil ya. İki güne kalmaz geçer sinirleri."
"Tabii canım! Ne olabilir ki aranızda daha? Olan olmuş zaten."
Oturduğumuz masanın kenarında duran peçetelikten bir peçete alıp Felix'in yüzüne fırlattım.
"Abartmayı senin kadar seven birini görmedim Lix!"
İkimiz de gülerken yanımızdaki bir sandalye çekildi. Aniden gelen sesle solumuza baktık.

"Ah, selam. Şey, oturabilir miyim?"

Şirin bir şekilde gülümseyerek yanımıza gelen çocuk; uzun kakülleri koyu gözlerinin önüne dökülen, sol yanağının üzerinde minik bir ben bulunan, giyim tarzını ilk görüşte beğendiğim sayılı kişilerden biriydi.
Lix eliyle sandalyeyi işaret etti.
"Tabii ki, otur lütfen."
Çocuk, oturup yemek tepsisini masaya yerleştirdikten sonra konuşmaya başladı, biraz gergin görünüyordu.
"Ben Han Jisung, birinci sınıftayım. Sanırım siz de öylesiniz, artistik anatomi dersinde görmüştüm ikinizi."
"Evet, birinci sınıfız biz de. Ben Ophelia Daly. Ve en yakın arkadaşım, Felix Lee."
"Çok memnun oldum. Aslında sizi ilk gördüğümde çok yakın göründüğünüz için sevgili sanmıştım ama değilsiniz demek."
Felix'le aynı anda birbirimize baktığımızda bir saniye bile duramadan kahkahalara boğulunca Jisung meraklı bakışlarla bizi süzmeye başladı.
"Tabii ki değiliz, Lix benim çocukluk arkadaşım. Ama rahat ol, bizi sevgili sanan çok oluyor zaten. Alışığız böyle şeylere."
Jisung kafasını ileri geri salladı.
"Anladım."
Sonra birden çok heyecanlanmış gibi bana döndü.
"Ona Felix yerine Lix mi diyorsun?"
Bakışlarını Felix'e çevirerek, "Ben de sana böyle seslenebilir miyim?" dedi.
Lix yine kocaman gülümsemesini sunarak, "Sorman hata." cümlesini sarf ettiğinde harika bir grup olacağımızı çoktan anlamıştım.

.
.
oy verip yorum yapmanız yazarı çok sevindirir,,<3

your art & my soul. // hwang hyunjinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin