"Aşık olacağınız kişiyi bulun, sonra bırakın sizi öldürsün." diyordu izlemiş olduğum filmlerden birinde. İlk tepkim göz devirmek olmuştu. Ne ergen bir yaklaşım ama diye burun kıvırmıştım hatta. Elbette bir metafor olduğunu biliyordum ancak o haliyle bile fazla dramatik gelmişti. Benim için aşk olmasa da olurdu, saçmalıktı. Birini ya da bir şeyleri sevmekle ilgili sorunum yoktu. Sevmek bu dünyadaki en güzel şeydi. Bende seviyordum zaten. Ailemi seviyordum, arkadaşlarımı seviyordum, kedimi seviyordum. Doğayı seviyordum. Kuşları, çiçekleri, gökyüzünü, gülmeyi, çocukları, çocuk olmayı. Çikolata yemeyi, salıncağa binmeyi.. her şeyi. İlla ki bir adamı sevip kendimi onun vicdanına bırakmak zorunda mıydım? Kullandığım cümleler ağır gelebilir. Ne demek kendini bir adamın merhametine bırakmak diye düşünebilirsiniz, ama tecrübe konuşuyor dostlarım! Öyle oluyor, gerçekten öyle oluyor! En azından bana öyle oldu. Ben bir adamı sevdim ve o adam benden her şeyimi aldı. Çocuk düşlerimi, gülüşlerimi, içimdeki umudu, sevgiyi.. bütün ışıklarımı kendi elleriyle birer birer kapattı. Beni karanlıkta bıraktı ama ondan önce, en başta bana güzel bir masal anlattı. Gökyüzünün en tepesine çıkardı, aşk ruhuma kanatlar taktı. Aşkı bana ismimi unutturdu. Olduğum kişiyi unutturdu, beni kendimden ayırdı, kendine kattı. Sorun değildi, aşk bu değil miydi zaten? Değilmiş.. Kanatlarımı koparıp beni uçurumdan aşağı attığında anladım. Benimle beraber atlamadığında akan gözyaşım bana söyledi. Ben o olmuştum ama o bana bir adım bile atmadığı kalbinin derinliklerinden gelen yumuşak ses tonuyla kırık bir şarkı söylerken anlamıştım. Onunla dans ettiğimiz o şarkı veda busesiydi, kırık bir dansı paylaşmıştı benimle. İlk ve son kez.
Çocukluk içinizde büyüttüğünüz kadardır. Kim söylüyor bilmiyorum ama ben söylüyorum işte! Bence yeterli! Penceremden giren güneş ışıklarıyla gülümseyerek heyecandan yataktan zıplayarak atladım. Üstümdeki yorganı kaldırıp attım ve yatakta ayağa kalkıp aşağı zıpladım. Dizlerimin üstüne düşerek bir sabah sabah bir gümbürtüye sebep olunca aynadaki aksime bakarak kahkaha attım. Ben toparlanıp ayağa kalkmaya çalışırken annem odamın kapısından başını uzattı. Ahu! İyi misin kızım? Ne oldu dedi hemen endişeli tavrıyla. Bir şey yok, düştüm sadece dedim ona gülümseyerek. Nasıl düştün, başın mı döndü? Bak eğer rahatsız hissediyorsan, bugün gitme dans kursuna. Orada da düşüp kalsan, bir yerlerini kırsan ne olacak dedi hemen kuşkucu tavrıyla. Bıkkın bir nefes sonrası dudaklarımı araladım. En son baktığımda daha otuz yaşında genç bir kadındım. Bir gecede seksen yaşında bir teyzeye dönüşmedim ya anne! Düşsem ne olacak, kalkarım. Üstelik bugün kursun ilk günü! Hem dans zaten böyle bir şey. Dizlerini parçalayarak da olsa cesurca peşinden koştuğun bir sanat! Dans ederken mi düştün dedi annem daha sakin. Gözlerindeki ışıkla her ne kadar bu tez canlılığıma kızıyor olsa da tutkuma hayranlıkla bakıyor ve beni desteklediğini görebiliyordum. Hayır dedim gözlerimi kaçırarak. Yataktan aşağı atlarken ufak bir denge sorunu yaşadım, o kadar. Korkulacak bir şey yok dedim sakinleştirmek adına. Yataktan aşağı atlamak mı dedi annem abartılı bir tavırla. Çocuk musun kızım sen? Azıcık yaşının kadını olur musun lütfen! Sana hiç yakışmıyor böyle hareketler dedi onaylamaz tavırla. Annem tam salon kadınıydı. Bence yanlış dönemde doğmuştu. Onda kraliyet dönemi asilliği vardı bendeyse 10 yaşındaki yaramaz bir kız çocuğu ruhu. Bu yüzden sıklıkla tartışırdık. Ona gülümsedim. Aniden aklıma gelen muzurluğu harekete geçirip beceriksizce reverans yaptım. Affedin leydim, ben kendimi böyle çok seviyorum dedim kıkırdayarak. Anneyle dalga geçilmez Ahu dedi annem yapay bir sinirle ve bir ayağını sözlerini desteklesin diye yere vurdu. Ardından yüzü yumuşadı. Giyinip aşağı gel, önce kahvaltı! Sonra nereye istersen gidersin dedi ve kapıyı kapatarak odamdan çıktı. O gittikten sonra dolabıma ilerledim. Üstüme sportif bir şeyler geçirerek saçlarımı yapmaya giriştim. Belime kadar uzanan sarı saçlarımı tarayarak, tepemde topuz yaptım. İki ayrı tutamı yanlardan yüzüme dökünce güzel olduğuna karar verip elimi makyaj çantama attım. Beyaz tenime biraz renk gelsin diye çok az allık sürdüm. Kuruyan dudaklarıma da şeftalili dudak kremimi sürerek hem az da olsa renklendirmiş oldum, hem de dudaklarım daha sağlıklı bir görünüme kavuşmuş oldu. Aynada kendime bakarak son kontrollerimi yaptım ve hazır olduğumu hissedince odamdan dışarı çıkarak aşağı indim. Annem ve babam karşılıklı oturmuş kahvaltılarını yapıyorlardı. Günaydın dedim mutfağa girerek. Günaydın sabah neşem, nasılsın kızım dedi babam gülümseyerek. Heyecanlı dedim onun gibi sıcak tavrımla. O kadar ki bu sabah aç bile değilim dedim anneme bir bakış atarak. Otur Ahu dedi annem dik bakışlarıyla. Ne konuşmuştuk kızım? Doğru dürüst beslenmeye geçmezsen dans edemezsin. Abur cuburlar seni doğru şekilde beslemez. Bunları da biz mi söyleyelim dedi babam. Aba altından sopa gösterişe bakar mısınız? Dans edemezsin de ne demek? Daha acısız öldürme yolları da var babacım dedim şaka yollu ve gönülleri olsun diye çabucak ağzıma bir şeyler tıkarak kahvaltımı yapıp ayağa fırladım. Benim ani hareketim sandalyemi devirmiş, annemle babamın ters bakışlarına maruz kalmama neden olmuştu. Oldu o zaman, ben geç kalıyorum. Hoşçakalın, afiyet olsun diyerek sandalyenin üstünden atladım ve koşturarak mutfaktan çıktım. Koridorda duran çantamı da alarak evden dışarı çıktım. Kulaklığımı kulağıma takarak çalma listemden son zamanlarda takıldığım şarkılardan biri olan Madrigal- Kelebekler şarkısını açıp sesi yükselttim. Heyecanlı tavrım şarkıyla biraz da romantik duygulara batınca ayaklarım ve bedenim benden bağımsız hareket etmeye başladı. Hoplaya zıplaya, sallanarak kendi kendime bir ritim tutturarak yürümeye başladım yollarda. Etrafımdaki insanlardan şehrin delisi bakışlarını görüyor ama takılmıyordum. Önünden geçtiğim parktaki çocuklara gülümseyip öpücük attım. En fazla sekiz yaşındaki küçük bir kız çocuğu beni taklit ederek dans etmeye başlayınca harikasın diye seslenip yoluma devam ettim. Biraz ileride önüme bal rengi bir kedi fırladı. Eğilip onu sevdim birkaç dakika ancak telefonum çalınca ilgimi kediden çekerek telefonu açtım. En yakın arkadaşım, Ela arıyordu. Ahu dedi açar açmaz. Neredesin? Yine nerelere takıldın! Keşke beraber gelseydik. Ben geldim sen yoksun! Kurs binasının bahçesindeyim, burası çok kalabalık. Sizin eve daha yakın güya! Ahu hanım adım başı durup etrafa avel avel baktığı için on dakikalık yolu bir saate yürüyor. Azarlaman bitti mi Ela dedi Ahu sakince. Evet, kusura bakma sadece heyecanlıyım. Neden beni de pesinden kursa sürükledin anlamıyorum. Ben senin kadar güzel dans edemiyorum ki! Sen dans ederken bir meleğe benziyorsun. Bense baston yutmuş bir sopaya! Adil değil bu dedi isyan ederek. Sen benim arkadaşım değil misin? Yanımda olacaksın, bunun nesi bu kadar kötü? Hem sende biliyorsun bu kurs sadece dans üzerine değil. Başka bir alana geçebilirsin. Enstrüman çal, ya da şarkı söyle mesela? Hayır, seni dans ederken izlemeyi seviyorum dedi Ela itiraf ederek. Şimdilik idare ederim, daha sonra başka sınıfa geçerim belki diye konuştu. Sonra konuyu kendinden uzaklaştırarak bana çevirdi. İçeri birlikte girelim! Çabuk gel! Seni bekliyorum! Tamamdır, geliyorum dedim ve telefonu kapattık. Kulaklığımı kulağıma geri taktığımda şarkı değişmişti. Şimdi kulağımda çalan Özlem Tekin'in Aşk Her şeyi Affeder Mi? şarkısıydı. Affeder diye mırıldandım istemsizce. Sevgi her şeyin üstesinden gelir. Dans merkezine az bir mesafe kala önünden geçtiğim bakkal beni adeta içeri davet edince karşı koyamadım ve adımlarımı oraya yönlendirdim. Direkt olarak abur cubur reyonuna yönelip iki tane Tadelle çikolata aldım. Çikolata yemeyi çok seviyordum ama Tadelle çikolatayla olan bağım bambaşkaydı, aşk bir nesneye dönüşse tam olarak elimde tuttuğum bu çikolata olurdu. Çikolata deyip geçmek varlığına haksızlıktı. Bu resmen sihir gibiydi! Kasaya yönelip ücretini ödeyerek oradan ayrıldım. Bir yandan yürürken bir yandan da çikolatanın birini açıp yemeye koyuldum. Çikolatadan aldığım iki ısırıktan sonra dans merkezine varmıştım. Ela haklıydı. Bahçede adım atacak yer kalmamıştı. Her yaştan düzinelerce insan bahçeye yığılmış, ya kaynaşacak birilerini arıyordu, ya da çoktan sahip oldukları arkadaşlarıyla veya kurduğu yeni dostluklarla koyu bir muhabbetin içindeydi. Hatrı sayılır bir kısmı bir köşede bağıra çağıra şarkı söylüyor, dans ediyor, tempoya enstrümanlarıyla eşlik ediyordu. Bazıları daha doğal yollarla ellerini kullanıyor ama herkes çok büyülü bir ahenkle hareket ederek aynı hisle çarpan kalplerini besliyordu. Gözlerim kalabalıkta Ela'yı aradı. Biraz ilerleyip kalabalığın arasına karıştığımda onu bir köşede gitar çalan tayfanın yanında buldum. İçlerinden biriyle müzik üstüne koyu bir sohbete dalmış gibi görünüyordu. Gerçeği söylemek gerekirse Ela nefes almadan konuşuyor, yanındaki çocuk da kibarlıktan olsa gerek, arada başını sallıyor onu dinlediğini gösteriyor olsa elleri gitarının üstünde, bakışlarıyla uzaklardaydı. Melodiye kapılıp gidenlerin ulaşabildiği özel bir gezegende.. ya da anılarının içinde. Bu durumda durum güncellemesi yapalım. Ela yeni avını bulmuştu. Zavallı ismini bile bilmediğim çocuk! Aklımdakilerle gülümseyerek onlara doğru ilerledim. Ela'nın görüş açısına girdiğim an bakışları beni buldu. Nihayet gelebildin Ahu, nerede kaldın dedi rahat bir nefes bırakarak. Tam çikolata almak için markete uğradım diyecekken ismini bilmediğim ama çikolata kahvesi tatlı gözlere sahip çocuğun gözlerinin üstümüzde olduğunu fark edince kendimi durdurdum. Uğramam gereken bir yer vardı dedim kısa keserek. Ela anlamış gibi attığı imalı bakışlarının ardından konuyu değiştirdi. Seni Alper ile tanıştırayım, gel bak dedi ve dönüp Alper diye seslendi çikolata kahvesi gözlü çocuğa. Alper gitarından başını kaldırıp bir an Ela'ya baktı. Ardından gözleri bana anlık olarak bana değdi. Ela'ya bakan boş bakışları bana değdiği an çok kısa bir süre için karardı. Daha fazlası mümkünmüş gibi.. çikolata kahvesi oldu zift karası. Merhaba dedim rahat olmaya çalışarak. Gözlerinin geçirdiği anlık değişim beni huzursuz etmişti. Bende bir sorun mu vardı? Herkese tatlı çikolata dağıtırken, bana neden zift karası dipsiz kuyuları layık görmüştü? Tamam sakinleş Ahu.. sakinleş! Ben kafamda fazla kuruyordum belki de. Ahu ben dedim dikkatimi tekrar ona vererek. Alper dedi düz sesiyle. Tanıştığıma memnun oldum Alper dedim samimi bir tavırla. Ahu diye mırıldandı ismimi ancak tonlaması melodikti, neredeyse trajik bir şeyden bahseder gibi Ah..u demişti. Bu içimde bir rüzgar esmesine sebep olsa devamında gösterdiği tavır rüzgarı keskinleştirdi. Ilık esintinin yeri fırtınalar almıştı sanki. Evet, her neyse demişti geçiştirerek, bir daha da yüzüme bakmadı. Kalktığı yere tekrar otururken eline gitarını almıştı. Gözlerim hemen yanında duran esmer kıza takıldı. Yanağının içini ısırıyor, gülmemek için büyük bir güç harcıyor gibi görünüyordu. Ela ise olanlara anlam verememişti. Ben bakışlarımı Alper'den ve yanındaki sinir bozucu kızdan alamamışken kolumdan çekiştirerek onlardan uzak bir köşeye götürmüştü beni. Dikkatimi kendisine çelmek için elini gözümün önünde biraz sallamıştı. Bakışlarımı ona çevirince yüz ifademden bir şeyleri sezinlemiş olacak ki konuştu. Hadi ama sakın bana Alper'e kırıldım deme Ahu! Şu kadarcık bir olay bile kalbini kırıyor olamaz, hem daha doğru dürüst tanımıyoruz bile onu! Kabul ediyorum, belli ki bay ben mükemmelim kafasında ağır egoist ama sanatçı kafası işte, hafif çatlak oluyorlar bilirsin dedi destekleyici bir tavırla koluma girerek. Sanatçı olması kırıcı olmasını gerektirmez Ela dedim sinir olmuş tavrımla. Hem o kız bana güldü diye devam ettim. Kendimi berbat hissettim. Hangi kız dedi Ela şaşırarak. Yanında duran kız işte, sevgilisi mi acaba diye mırıldandım kendi kendime. Niye güldü ki diye sordum Ela'ya dönerek. Komik bir şey mi söyledim, tanışmaya çalışıyordum diye sızlandım. Düşük iq seviyesine sahip porselen bir bebek! Bilirsin bu modelleri, kabuğu çıtır, içi bayat tipler. Boş versene Ahu! İki birbirinden aptal tip işte, sevgililerse de birbirlerini bulmuşlar, millete musallat olmazlar böylece. Olaylara bardağın dolu tarafından bak dedi Ela. Hayat dersi için teşekkürler Polyanna dedim huysuzca. Hem dedi sonra aniden fark etmiş gibi. Ne oluyor sana? Niye kurcalıyorsun bu kadar onları iki saniye içinde aşık olmadın ya Ahu? Ne aşkı ya dedim keyifsizce. O ikisi sadece canımı sıktı. Başka bir şey yok. Zaten değmezler daha büyük anlamlar yüklemeye dedi Ela ikna etmek ister gibi. Ben seni neyin keyiflendireceğini biliyorum ayrıca, hele bir dersler başlasın, sınıflara yerleşelim. Bir dans etmene bakar. Herkesi kendine hayran bırakacaksın. Gülümsedim ona. İyi ki varsın Ela dedim. Lisede aynı sırayı paylaşırken başlayan arkadaşlığımız, bugünlere kadar gelmişti. En yakın arkadaşımdı, ben tek çocuktum ama o benim hiç doğmamış kardeşimdi. Kimsenin seni yıldırmasına izin verme, bu senin tutkun. Aşk denen şey somut olmak zorunda değil, senin aşkın dansın. Bir adamın gelip kalbine kelebekler yerleştirmesine gerek yok. Binlerce kelebeğin kanatlarına üfleyerek dansa çağırır çevrende döne döne sana eşlik ettirirsin. Senin dansın sihirli, Ahu.
Bir süre sonra merkezin kapısı açıldı, dışarı bir adam ve kadın çıktı. Hoş geldiniz, içeri gelin lütfen diyerek bizi içeri davet etti. İçeri girerken etrafı inceleme dürtüme engel olamadım. Adeta bir okul gibiydi. Yeni açılmış bir merkez olduğumuz için, sınıfları branşlara ayırmak ve gerekli düzenlemeleri yapmak biraz uzun sürdü diyerek tekrar sözü aldı görevli kadın. Bu kadar kalabalık bir ekip görmeyi beklemiyorduk, bu bizi çok mutlu etti. Bizi tercih ettiğiniz için çok teşekkür ederiz dedi kadın. Adam sözü devraldı. Bildiğiniz üzere bu merkez sanatın her dalına kucak açıyor. Her birinizin farklı farklı tutkuları olabileceğini düşünerek, dallara ayrıldık. Her dal adına iki sınıfımız bulunuyor. 20 kişilik, geniş sınıflar. Sizden istediğim ne üzerime ders almak istiyorsanız ifade edip, sınıfları ayırmamıza yardımcı olmanız. Tek tek sormak vakit alacak ve hepinizin bir an önce derslere başlamak istediğinizi biliyorum. Bu yüzden, dal dal gidelim. Şan bölümünde ders görmek isteyenler, hocanız sizinle tanışmak için sınıfta bekliyor. Bir üst katta solda, iyi dersler dilerim. İstemsizce Ela'ya baktım. O da bana bakıyordu. Git hadi, iyi dersler dedim gülümseyerek. Ben dansta kalsam daha iyi olacak Ahu dedi başını olumsuz sallayarak. Saçmalama Ela dedim kızarak. Git, lütfen. Emin misin dedi. Eminim, hadi dedim ve dönüp uzanıp ona sarıldım. Biz sarılırken karşı taraftan biri bize laf anlattı. Annesi misin sen o kızın, bebek gibi hareketler! Burası ciddi bir merkez. Çoluk çocukla uğraşacak halimiz yok, kendinize gelin bence ya da yol yakınken vazgeçin sizden bir halt olmaz. Burası sanatçı yetiştiriyor, evcilik oynamaya gelmedik. Ela ile birbirimizden ayrılıp konuşan kıza döndük. Bu o kızdı, Alper'in yanında bana gülen sinir bozucu kız. Hissedecek bir ruhun yoksa sen niye buradasın dedim sataşarak. Sevgiden anlamayan birinin, sanatın hiçbir dalıyla işi olamaz diye atıldı Ela da benim gibi. Emin olun, ben sevmek de sevilmekte nedir çok iyi biliyorum. Gayet de güzel yaşıyorum iki duyguyu da, siz kendi işinize bakın dedi alaycı tavrıyla. Hemen yanında duran Alper, bir an için başını ona doğru çevirmişti. Bu kızın aniden geri vites yapmasına sebep oldu. Bizimle uğraşmayı bırakarak sustuğunda aklımda dönen tek şey, Alper'in bakışının altındaki anlamdı. Kızmış mıydı, destekliyor muydu? Ya da başka bir şey mi vardı? İmalı sözlerin öznesi Alper miydi? Sevdiği, sevildiği kalp Alper'e mi aitti? Ben bunu niye dert etmiştim? Neden göğsümün üstüne bir ağırlık çökmüş, içime çektiğim oksijeni benden alıyorlar gibi hissettirmiştim? Peki ya sen, gözlerine baktıkça yaşamdan elimi çekip, huzurlu bir uyku için yalvartacak topraklarını üstüme serme arzusunu varlığıma enjekte eden zalim yabancı? O gözlere sahipken bu kadar ruhsuz olman çok kırıcı. Gözlerin elimden tutup benimle lunaparka gidecek kadar çocuk, sözlerin bana o gözleri mezar yapacak kadar acı. Ve sen, Alper.. benim hem başlangıcım hem sonum olacaksın. Korkarım iki yönüne de arsızca kapılıyorum, hiçbir zaman ürkek bir kadın olmadım ancak bedenimin her zerresi şimdi korkunun ateşiyle yanıyor, üstelik ruhum ateşin üstünde dans etmek için çırpınıyor. Bazı yangınları, okyanus başımızdan aşağı dalgalarını savursa söndüremez, ayaklarım parçalanana dek dans etsem, bedenim iflas edene kadar meydan okusam bile sana yenilmekten kaçamayacağım. Bir bakışta aşk olur mu bilmiyorum, bir anlık kalp çarpıntısı, ömürlük bir sessizliğe kucak açar mı emin değilim ancak bildiğim tek bir şey var; bir ölü nasıl tanırsa diğerini, kalp de tanır gömüleceği toprakları.. ne zift karası kuyular, ne çok sevdiğim çikolata şelaleleri... senin gözlerin bir mezarlık ve bana fısıldıyor uyutmak için. İnsan tanır katilini, görünce hisseder gömüleceği toprakları.. hayalperest bir kadın hiç olmadım ancak elimden tutup götürecek olduğun lunaparkta katlimi sahneleyeceksin, bende sorgusuz sualsiz yürüyeceğim sonuma. Bunu biliyorum, bunu görüyorum Alper, sana bakınca zihnimin içinde elinde tuttuğun gitardan yayılan acı ezgiden anlıyorum, sıkışan kalbimden.. ciğerlerime dolan zehirden. Kimin hikayesinde figüranım bilmiyordum ama hissettiğim bir diğer şeyse, benden sonra devam edecek hikayede onun rolü ne olacaktı bilmiyordum. O bu hikayenin neresindeydi? Gözlerim esmer kıza kaydı. Ela haklıydı, porselen bir bebek gibi görünüyordu. Buraya da ait değildi, işin üzücü tarafı bende kendimi buraya ait hissetmiyordum. Olmam gereken yer neresiydi ya da öyle bir yer var mıydı bundan bile şüpheliydim. Kendimi yanlış görmediğim tek an dans ettiğim zaman dilimleriydi ancak burada, bunca insanın içinde benden bu özgürlüğümü de alırlar mıydı? Beni kör bir makasla bu fotoğraftan çıkarıp atarlar mıydı? Aniden bir korku süzüldü bedenime, nefes alamadığımı hissedince etrafıma bakıp ana dönmeye çalıştım. Görevli kadın hala konuşuyor ama ne dediğini anlamıyordum. Ela da yoktu, gitmişti. Sesler uğultu şeklinde ulaşıyordu. Ciğerlerimden havanın çekildiğini hissettim, yıllardır uğramayan astım krizim tam da anını bulmuştu gerçekten! Elimi göğsüme koyarak sakinleşmeye çalıştım, bir yandan da yavaşça geri geri gidiyordum ki görevli kadının bana seslendiğini işittim. Ahu, değil mi? Her şey yolunda mı? Birkaç adımda yanıma vardı. İyi görünmüyorsun. Bakışlarımı gözlerine çıkardım. Kumral bir teni, ela gözleri vardı. Yaşının getirdiği kırışıklıklar teninde yer yer pürüz bıraksa da, hala oldukça dinç ve güzel bir kadındı. Bana sıcak bir gülümseme bahşettiğinde, göğsümdeki heyelanın dindiğini hissederek kurumuş dudaklarımı araladım. Sorun yok, ben iyiyim. Teşekkür ederim dedim. Buna sevindim diyerek bahçede kalan diğerlerine döndü. Bu sırada esmer kız ( belli ki beni kendine düşman seçmişti) atıldı. Rol yapıyor, ilgi budalası aptal şey dedi. Bıkkın bir nefes bıraksam da cevap vermedim. İlkokul seviyesindeki hakaretlerine cevap vererek aramızda bir savaş başlatıp huzurumu kaçırmaya niyetim yoktu. Görevli kadın bu defa benim yerime cevap vermişti. Az önce burasının ciddi bir yer olduğunu savunan biri için fazlasıyla kendinle çeliştiğini görüyorum Sude. Burası bir ring değil, söylemek istediğini arkadaşına sanatının başarısıyla anlatabilirsin. Kelimelere ihtiyacın yok. O buraya ait değil dedi Sude. Uyarıyı dikkate almamıştı. Bunu da ona en kısa zamanda kanıtlayacağım dedi ve yüzündeki alaycı gülümsemesiyle bir iki adım atarak Alper'e yaklaştı. Eliyle kolunu tutmasına rağmen Alper'in yüzünde mimik oynamamıştı. Onunla göz teması kurmaya cüret etmedi ancak ondan esirgediği gözlerini benimkilere dikmişti. Görevlinin sesiyle göz hapsinden kurtulmuş ve bakışlarımı güvenli bölgeye çekmiştim. Kadın havadaki gerginliği süpürmek adına sırayla oyunculuk öğrencilerini yerlerine yerleştirmiş, ardından enstrüman öğrencilerine dönmüştü. Birden fazla enstrüman olduğunu görünce onlara da şan bölümünü uygun görmüştü. Hocanız sizi kendi içinde ayrı ayrı ders saatlerine ayıracaktır diye güvence verdikten sonra şan öğrencileriyle ortak dersleri olacağı için bu kararı aldıklarını bildirmişti. Aklım Ela'ya kaydı kısa bir an ancak Alper duyuruyla beraber hareketlenip, gitarını sırtına asarak sınıfına yönelirken aniden jeton düştü. Alper ve Ela birlikte çalışacak, belki de ortak ders alacaklardı. Bu iyiydi. Böylece Alper ile ilgili bilgi alabilecektim. Bu çok iyiydi, bahse varım Ela onun buzlarını çürütecek kadar başının etini yiyecekti, ben olsam yapamazdım. Elaya oranla daha uzaktım böyle şeylere ama o oldukça rahattı. Hiçbir erkek onun tatlı diline karşı koyamazdı, bütün eski sevgililerini de aynı yöntemle kendine çekmişti. Ben ona oranla epey ürkek kalıyordum. Bakışlarımı bahçede kalan azınlığa çevirdim, tiyatro oyuncularını da gönderdikten sonra geriye tek bir bölüm kalmıştı. Dansın kendi içinde bir sürü dalı vardı ancak görevli enstrüman öğrencilerine yaptığı gibi bu işi de hocalarımıza bırakıp bize sınıfımıza yollamıştı. Merkezden içeriye adımlarken, kalabalıkta onunla yan yana düştük. Esmer kızla.. ben güneş kadar sarıydım , o da gece kadar siyahtı ve gece her zaman güneşi boğardı. Onunla aynı sınıfta olmak, onun da benim gibi dans öğrencisi olduğunu bilmek midemden yukarıya doğru tırmanan kusma isteğimi körüklüyordu ancak pes edemezdim, savaşmak zorundaydım. Her köşesi aynalarla kaplı büyük salona girince çantamı kenara bıraktım ve kendime bir köşe seçtim. Esmer kız, sanırım adı Sude'ydi. Hemen yan tarafımda yerini alınca kaşlarımı kaldırarak ona baktım. Bahçede yaptığının aksine benimle ilgilenmiyor gibi duruyordu. Hoca sınıfa gelip kenarda duran müzik sisteminin sesini açıp salonu müziğe boğduğunda bize seslendi. Hadi arkadaşlar hareketlerinizi görelim dedi. Pekala, belli ki serbest dansla başlayacaktık. Sınıfla beraber yere oturup birkaç esneme hareketi ile bedenimi açmaya başladığım sırada gözlerim istemsizce yanımdaki kıza takılıyordu. Sanki sınıfta ondan başka kimse yoktu, etrafındaki gürültüye kulaklarını tıkamış, sadece bedenini rahatlatıyordu. Bende onun gibi odaklanmaya çalıştım ancak odaklanmak konusunda epey beceriksizdim. Sürekli hareketlerim ahenk kaybediyordu. Yapamıyorsun diyen bir ses duyunca gözlerimi açtım. Hocadan geldi sanmıştım ancak yanımdaki kızdı konuşan. Ona baktım, beni izliyordu. Bahçedeki tavrının aksine ne gözleri alaycıydı, ne de ses tonunda bir ima vardı. Neredeyse dostça bir tonda konuşuyordu. Neyi yanlış yapıyorum diye sordum bende merakla ve aynı samimi tavırla. Kafanı boşaltmıyorsun, sadece müzik ve sen olmalısın. Etraftaki her şey silinip gitmeli. Beraber yapalım, hadi dedi ilgiyle. Gözlerini kapat diye komut verdi. Talimatlarına uyarak gözlerimi kapattım. Şimdi aklından kendine bir tablo çiz, ne olursa. Göğsündeki tutku ateşini körükleyen bir şey olsun. Herhangi bir yer, belki mutlu bir anı, ya da özel biri ne olursa veya tamamen bir hayali canlandırsın zihnin. Bir bakalım diye düşündüm kendi kendime. Ne olmalı? Ailem olmaz, kedim, hayır. Ela? Saçmalık olurdu. Beni mutlu eden özel hiçbir yer de yoktu, ya da beni heyecanlandıran bir hayalim. Düşününce adeta ot gibi yaşadığımı fark etmiştim ancak daha sonra bir çift toprak rengi göz zihnime sızdı. Alper'in sureti zihnimin içinde belirince midemin kasıldığını hissettim. Hadi ama dedim kendi kendime. Gerçekten mi? Benim dansımın altında senin imzan mı olacak? Tutkumun ateşini harlayan kıvılcımın mezarımın bekçisi olması gerçek miydi? Kusmak istiyordum. Bu dehşet bir durumdu. İnanılmaz ve berbat. Kalbime tükürmek istiyordum. Tutkumu parlatmak için o bay ben mükemmel ukalayım çocuğu mu seçmişti? Bu gelişmeyle ne yapacaktım? Umarım geçici bir şeydir, devam etmesi ya da büyümesi felaket olurdu. Kendimi azarlamaya son verip ayağa kalkarak, dans için diye telkin ettim kendimi ve dansıma başladım. Öncesine oranla, daha yumuşak ve romantik sayılır bir koreografiyle bedenimi hareket ettirerek müziğe kapıldığımda yüzümdeki gülümsemeden bihaberdim ancak belli ki Sude dahil olmak üzere, bütün sınıf, ve hoca farkındaydı. Gözlerimi açtığımda hepsinin gözlerinin bende olduğunu görmek irkilmeme yol açtı. Dengem sarsılınca yalpaladım ancak beni tutan isim sürpriz bir şekilde Sude'ydi. Teşekkür ederim dedim doğrulup ayaklarımın üstünde dengemi bularak. Önemli değil dedi sıcak bir sesle. Çok iyiydin, neredeyse mükemmeldin. Ne olduğunu anlayamadım bile, aklına ne geldi de yüzündeki tebessüm bütün dans boyu dudaklarında asılı kaldı çok merak ettim. Seni böyle dans ettiren mucizeyi öğrenebilir miyim diye sordu. Ah dedim bir an bahçede olanları düşünerek. Kendim bile kabullenememiştim onun kafamın içindeki varlığını itiraf edemezdim. Hiçbir şey dedim hemen kafamı iki yana sallayarak. Birkaç küçük hayal diyerek geveledim. Dans dedi Sude. Tutku ve aşkla doğar, birleşir ve ortaya çıkar. Bedenimizde can bulur. Bana bir adam varmış gibi geldi. Başka hangi hayal o kadar uzun süre gülümsetir, tutku ve aşkla yanan bedeni gözler önüne serer ki dedi. Gülümsemekle yetindim. Konuşmayı bırakacaktım ki ondan itiraf geldi. Alper diye mırıldandı. Duyduğum isimle ona döndüm. Benim göğsümdeki ateşin ismi Alper Akay. Alper dedim yutkunarak. Kafamın içinden bir sürü soru geçti ama dudaklarımdan yalnızca birlikte misiniz sorusu döküldü. Bunu hissetmiştim, biliyordum. Bildiğim bir şeye her defasında üzülemezdim, hayır. Üzülmeyecektim. Karnım ağrımayı acilen kesmeliydi, bir şey yoktu. Lunaparka başka bir kızı götürmüştü, Alper Akay. İsabet olmuştu. Dönme dolaplar beni korkutuyordu, yükseklik korkum vardı. Böylesi daha iyiydi. Ben kendimle cebelleşirken Sude cevapladı. Birlikte değiliz, ben onunlayım. O yalnız. Sanırım ilişki istemiyor. Onun sevgilisi de gitarı dedi burukça gülümseyerek. Ona mı aşıksın diye sordum. Çok mu belli ediyorum dedi Sude gülerek. Yani dedim ne cevap vereceğimi bir süre düşünerek. Bir nefes bıraktım ve konuyu değiştirdim. Biz güzel bir başlangıç yapamadık ama dedim. Kusura bakma dedi Sude. Alper'in ilgisini çektin, bende kıskandım. Bu yüzden sataştım sana. İlgisini mi çektim dedi hayret ederek. Herkese dümdüz bakarken, bana beni boğmak istiyormuş gibi bakıyor diye devam ettim. Seni merak etti, okuyamadı. Bu da onu kızdırdı. Hırslı biri, çözümleyemediği ya da okuyamadığı birileri veya bir şey olunca o gizem onu korkutuyor. Bu da gözlerinin kararmasına sebep oluyor. Onu ne kadardır tanıyorsun diye sordum. Birebir tanıyorum diyemem, yaklaşmaya çalıştım ama bana yüz vermedi. Ortak bir tanıdık olduğu için arada, sesini çıkarmıyor varlığıma. Küçük, baş belası bir kardeşten farkım yok gözünde. Anlıyorum dedim ve söyledikleri zihnimde yankılanırken bir süre sessiz kaldım. Bu sırada ders bitmişti. Herkes sınıftan çıkarak dağılıyordu. Eşyalarımı alıp bende çıkacaktım ki Sude'ye baktım. Çoktan çıkıp gitmişti. Söyledikleri hem sevindirmiş, hem üzmüştü. Kapıdan çıkarken hoca yakaladı. Ahu dedi gülümseyerek. Çok iyisin, bütün sınıfın en iyi performansı sana aitti bugün, tebrik ederim. Sen çok başarılı bir dansçı olacaksın. Umut vadediyorsun, dans tutkun inanılmaz, bunu geçirişin inanılmaz diye konuştu coşkuyla. Teşekkür ederim hocam dedim ama aklım tutku kelimesine gitmişti. Dansa mı tutku, Alper'e mi tartışılırdı. Kabul etmeliyim ki çekiliyordum ve Sude'den öğrendiklerim heyecanımı baltalıyordu. Sınıftan çıkıp merkezin kafeteryasına ilerledim. Bir su, bir tadelle alarak boş bir masaya geçtim. Ela ile burada buluşacaktık. Kulaklıklarımı takıp, çikolatamı açtım. Kulağıma çalan The Night We Met şarkısı ile beraber bugün olanları düşünüyordum ki Ela görüş açıma girdi. Beni görünce koşturarak yanıma geldi. Yanımdaki sandalyeyi çekerek oturdu. Hoşgeldin dedim onu görünce kulaklığımı çıkarıp. Nasıl geçti? Güzeldi, fena değil ama asıl seni sormalı. Ne yaptın? İyiydi dedim düz sesimle. Ben o kadar emin değilim dedi Ela bana beni inceleyerek. Gelirken sahip olduğun heyecanı kaybetmişsin, bir şey mi oldu dedi ilgiyle. Yoruldum dedim kaçamak bir tavırla. Ahu, beni kandıramazsın. Ben seni tanıyorum. Konuş dedi otoriter bir tavırla. İlginçti dedim. Huzursuz edici derece de ilginç diye devam ettim. Devam et dedi kafeteryadan kalkıp merkezin dışına çıktığımız sırada. Sude dedim. Bahçedeki kız. Ondan bir şeyler öğrendim, Alper hakkında. Ne söyledi dedi hemen Ela. Alper'in bana ilgisi olduğunu düşünüyor. Bana o yüzden öyle karanlık bakmış ve Sude, ondan hoşlanıyor. Platonik ama.. ortak tanıdıkları varmış. Öyle yani. Aynı anda hem Alper'in sana ilgi duyduğunu hemde kendisinin ona olan aşkını anlatıyorsa bu işin içinde var bir şey. Seni köşeye sıkıştırmak istiyor olabilir, belki tehlikeyi gördüğü için göz dağı veriyordur olamaz mı? Ben o kıza güvenmiyorum dlye konuştu Ela. İyi birine benziyor dedim. Özür diledi benden. Saf mısın Ahu dedi Ela gözlerini devirerek. Öyle yapacak tabi, iyi kızı oynuyor. Kaynaşma onunla. Uzak dur! Zaten ben aynı sınıfa düşmenize de sinir oldum ama yapacak bir şey yok dedi sıkıntılı tavrıyla. Sen ne yaptın derste diye sordum konuyu değiştirerek. Şarkı söyledik işte, ses antrenmanları falan.. klasik. Ders zevkliydi ama aklım sendeydi benim. Ayrıca aklı sende kalan tek kişi ben değilim dedi heyecanlı bir tavırla. Başka kim dedim. Alper bütün ders seni sordu. Beni mi? Niye ki dedim şaşırarak.Ben gittikten sonra astım krizi geçirmişsin dedi üzgün bir tavırla. Korkmuş. Büyük bir şey değildi, kısa sürdü dedim. O öyle düşünmüyor dedi. Sonra çantasını açtı ve içinden bir kutu çıkardı. Eve gidince aç dedi. Alper'in talimatı. Bana da ne olduğunu söylemedi diye konuştu. Benim evime birkaç adım kalmıştı, onun evi baska sokakta olduğu için yollarımız burada ayrılıyordu. Vedalaştık, gözden kaybolunca eve yürüyüp anahtarla açtım. Ev boştu. Annem ve babam da yoktu. Ela, çalıştığı kafeye gitmişti. Mesaisi vardı. Benim de aklım o kadar doluydu ki eve nasıl geldim anlayamamıştım bile. Elimi yüzümü yıkayıp, odama geçtim. Üstümü değiştirdikten sonra yatağa uzanmıştım ki, şu meşhur kutuyu merak edip elime aldım. İçinde gördüğüm şey gözlerimden bir damla yaş akmasına sebep oldu. Astım ilacıydı.. kutunun içinde bir de not vardı. İki kelime.
"Nefes al!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kırık Dans
RomanceBu hikaye manevi ablama ithaf edilmiştir. Umarım her neredeysen, mutlusundur. Bizim senden çaldığımız hislerine küsmemiş, çocuk gülüşlerinle içini ısıtıyorsundur çevrendekilerin. Sen güneş saçlı bir kadın, yıldızlar kayarken dilek tutmaya kıyamaya...