Jesse arabayı tamı tamına 1.5 saat boyunca bilmediği bir yolu takip ederek sürdü. Belki bir sinyal alırız diye yolun tırmandığı bir tepede arabadan inip çayırda ellerini yukarı kaldırarak telefonla sinyal almaya bile çalıştılar ama başaramadılar. Amy korkmaya başlamıştı ama belli etmiyordu. Sadece tek yaptığı sessiz biçimde yolu izlemek ve manzaraya karşı gözlerini dinlendirmek olmuştu. Genç adam ise kızın bakışlarındaki korkuyu sezmişti ama daha da korkmasın diye kaybolduklarını kendilerine itiraf edemiyordu dile gelip. Sonunda dayanamayıp ağzını açtığında kenarları ağaçlıklarla dolu olan yolun sağına park edip biraz dinlenmek amacıyla arabayı durdurdu. Uzandığı su şişesinin kapağını açtı ve büyük yudumlarla 4 yudum su içti. Su çok soğuk değildi ama havanın serinliğiyle beraber az da olsa ferahlattı onu.
“Merak etme birkaç kilometre sonra sinyal alırız veya bir taşra köyüne denk geliriz. Köylüler de bize harita veya yol tarifi verirler.” Dedi. Ancak söylediğine kendisi bile inanmıyordu. Amy ise kafasını sallamakla yetindi. Termosuna doldurduğu redbull viski karışımından birkaç yudum aldı o da. Her zaman alkol alırdı ancak asla sarhoş alacak kadar değil. Viski yudumları boğazından aşağı acı bir tat bırakarak inerken panikleme isteğinin gittiğini ve kaslarının gerginleşmekten gevşemeye geçmesiyle beraber az da olsa rahatladı.
Tekrar yola çıktıklarında saat öğleni buluyordu. Güneş bulutların içinde bir kaybolup bir tekrar ortaya çıkıyordu. Ormanın içi ise ağaçların karanlığı ile kaplanmıştı. Acıkmamışlardı ama birkaç domuz etli sandviç yemeye hayır diyemezdi Amy. Arka koltukta duran erzak çantasına uzandı ve paketini açtığı sandviçi birkaç küçük ısırık alarak mideye indirdi. Jesse ise hala sönmekte olan umuduna tutunmuş gaza basıyordu fazla hızlı gitmemeye dikkat ederek. Herhangi bir anda geyikler yola fırlayabilirdi ve bu oldukça tehlikeli sayılırdı.
Yarım saat daha gittikten sonra arabanın önünden çıkan dumanları fark etmeleriyle durmak zorunda kaldılar bir kere daha. Jesse telaşla araçtan indi ve arabanın önünü açtı. Birden fırlayan buharlar yüzünü az da olsa yaktı. Amy ise “bir bu eksikti diye düşünüyordu.” Jesse bagaja gidip aldığı su bidonundan su doldurdu arabaya ve harareti bir şekilde telafi etmeyi başardı ancak tekrar yola çıkmadan önce yolun önüne ve arkasına baktı. Hava tamamen bulutlamıştı şimdi. Hafif bir sis oluşmuştu. Motorun soğumasını bekledikten sonra arabaya bindi. Kız ise sandviçini bitirmiş ve gereğinden fazla alkol karışımı içmişti ama pek de umursamıyordu o anda.
-Yavaş ol Amy.
Amy omuzlarını silkmekle yetindi. Tekrar gaza bastılar. Bu sefer daha da yavaş gidiyorlardı. Herhangi bir sorun çıkma olasılığına karşılık. Geçtikleri ağaçlarda orman kuşları ve dağ sincapları dans edercesine yer değiştiriyordu. Doğayla iç içe bir yolculuk demek bu olsa gerekti. İkisi de kaybolmuş hissediyorlardı ve normalde konuşmadan duramayan çift sanki aralarında bir problem varmış gibi hiç sohbet etmiyorlardı. Bu herhangi bir şehir dışı yolculuk olsa birbirilerine anılarını anlatır veya komik espriler yaparak gülerlerdi ama şuanda hiçbirisi yoktu bunların. 2-3 kilometre daha ilerledikten sonra Jesse ani bir farkındalıkla gaz pedalına abandı. Amy:
-Ne oluyor?
-Benzin ibresi kırmızı. Ama bu mümkün değil. Senin gözünün önünde doldurdum evden çıkarken sabah.
İkisi de şaşırmıştı. Aşağı indiler. Depo tarafına geçtiğinde Jesse damlattığını gördü benzin tankının. Bunun olmaması lazımdı. Burada olamazdı. Hiçliğin tam ortasında olmamalıydı. Yarısından fazlası dolu olan depo tüm yol boyunca akmıştı yere ve ancak bittiğinde fark etmişlerdi. İşin daha kötü yönü sadece gidiş ve dönüş yolu için yetecek kadar benzin stoklamışlardı. Bu iyiye işaret değildi. Jesse tamir ekipmanları ile yamamaya çalıştı arabanın delik deposunu. Bunun nasıl olduğuna bir türlü aklı ermiyordu. Yamadığı kısımdan hala biraz daha benzin sızıyordu ama umduğu kadarıyla onları orada bırakmayacak kadar problem değildi.