Şimdi her şeyi bizimle yaksana, zaten kül olmuş uçuyoruz. Bakışlarımızı buluştur sadece. Sonra bu imkansızı gerçekleştirdik sanalım, ama bu masumane bir heves olarak kalsın. Sen azrailsin ben ise nefesim. Biz her zaman ayrı fakat bir kalacak o imkansızız. Benim cennet kokulu ölümümsün.Her bir uzvum onun varlığını istediği raddedeydim. Onu görmeden bir saniye nasıl nefes alınırdı? İçimde hissettiğim bu yoğun kırmızı duygunun ne olduğu bana meçhuldü. Dâhâ ben bile bilmezken bana bunu kim açıklayacaktı? Ona hissettiğim bu bağlılığın ismini kim bana söyleyecekti? Ellerinin derisine işlediği bu günahları tenime sürmesine bile bir şey diyemiyordum.
Şimdi dâhi, yorgunluk göz kapaklarıma ağır geldiği vakit bile şu an ne yaptığını düşünüyordum. Muhtemelen iyi ve masum bir işin içinde değildi. Fakat bunu bilmek bile beni ondan soğutamadı. Kafam uykusuzluk ile savaşırken aşağıya düşer gibi oluyordu, ağrıyan başım acıma kat çıkarken ellerimi şakaklarıma koydum.
Masadaki küçük çerçevenin içindeki mucize de bana oradan göz kırptı. Kimsenin haberi olmaması gereken bir mucize.
"Bitmesine kaç saat kaldı?" uğuldayan kulaklarımın sol tarafından duyduğum o boğuk ses gözlerimi yarım yamalak açmama neden oldu. Görüşüm doğru düzgün değildi. O kadar uykum vardı ki nefes almak bile yorucuydu. "Güneş ne zaman doğuyorsa..." esnemeden duramadım, hatta öyle ki gözümün kenarı sulandı. "O zaman bitiyor işte." dedim yarım yamalak.
Kimle konuştuğumu bile bilmiyordum. Sadece şu nöbeti bitirip evimde, yumuşacık yatağımda kıvrılarak uyumak istiyordum.
Aklım dâhi gözlerini kapatmıştı fakat, o kişinin kıkırdadığını duydum. "Kendin kaşındın Lisa, yöneticinin teklifini kabul etmeliydin." dedi o gülüşlerinin arasında. Ucundan duyabildiğim kelimeleri ile acıyan gözlerimi araladım. Jisoo'nun yorgun yüzünü görmem ile beraber de kafamı geri koydum.
"Mm.." ağzımdan anlamsız iniltiler çıkarken alnımı masaya yasladığım için de sesim boğuktu. "Pişman değilim.. istediği kadar nöbet yazabilir." dedim zihnimi kullanmaya çalışarak. Şu an bir kaç haftadır uykusuzluktan kıvranmamın sebebi benim inat meselemdi aslında.
Ayılmak adına uyuşan alnımı kaldırdığımda masamdaki 4. bardak olan kahvemeden yudumladım. Sevgili yöneticimiz sayesinde buradaydım. Daha bu sene hastanenin başına geçmişti, babasından oğula gibi. Fakat babasının arkasından gelen yeni yöneticimiz, eskisinden farklıydı. Gençti, uzun boylu ve güzel gülümsemesiyle yakışıklıydı, çok da akıllı değildi. Kısacası bir yerin sorumluluğunu almak için dâhâ çok toydu.
Ve şindi toyluğu bana takılmış, dinmek bilmeyen inadı ile peşimde sülük olmaya başlamıştı. Ardı ardına gelen yemek tekliflerini de reddettiğim için bütün hıncını bitmek bilmeyen nöbetlerimden çıkarıyordu. Pes edip teklifini kabul edeceğimi düşünüyor olabilirdi. Şimdilik ilk kim pes edecek yarışı oynuyor gibiydik. Fakat benim inadım sadece benim yararıma değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
aruna
Fanfictionsmutshot arkamda beni becer, becer ki senin ülkedeki en çok aranan baron olduğunu unutayım