misafir

14 2 0
                                    

Sahilin kumlarına vuran hüzünlü dalgalar, insanın içini bir melankoli fırtınasıyla sarıyor. Denizin kıyısında genç bir kız oturuyor. Beyaz teni, solgun bir hayaleti anımsatıyor. Siyah saçlarındaki her bukle, kara bir gölge olarak yaşamın omzunda ağırlığını hissettiriyor. Gözleri, derin maviliklerin sonsuz boşluğunu ve umutsuzluğun dipsiz kuyularını yansıtıyor. Her bakışında, içindeki karanlık bir çukura bakar gibi görünüyor. Denizin kıyısında otururken, hava kötüydü, sahil sessizdi. Yalnızca o, bu kasvetli atmosferde kaybolmuş gibi hissediyor ve denizin hüzünlü şarkısına kulak veriyor. Bakışları öylesine donuk ki, sanki ölünün açık kalmış gözlerine benziyor, uzak bir noktaya bakarken içi boş, yaşamsız bir ifade taşıyor. Genç kızın gözleri boş bir sonsuzluğa dalmış gibi görünüyor.

Yaşlı bir adam sörf kıyafetlerine benzer kıyafetlerle sahilde yürürken kızı görüyor, ona doğru yürüyor. Kız onu fark etmiyor, ta ki kafasına inen darbeye kadar.

Uzun bir yolculuğun ardından yaşlılıkla yorgun düşmüş, gözlerindeki yaşanmışlıkların izleri derin çizgiler haline gelmişti. Bu yaşlı bedende yeni bir başlangıç arzusuyla dolu bir ruh bulunuyordu. Nihayet, uzaylı, genç kızın bedenine sızdığında, iki farklı dünyanın anıları bir araya geldi. Artık iki ruh, tek bir bedende yaşıyor, kontrol ise sadece bir ruhta. Birbirlerinin hatıralarına, duygularına ve düşüncelerine sahip oldular.

Eve döndüğünde aynaya uzun uzun baktı, bedenini inceledi. Sevinçle düşündü, "İşte buradayım, bu artık benim bedenim, bu hayat benim." Ancak, bu çaldığı hayatın asıl sahibi arkaplanda sıkışıp kalmıştı ve elinden alınan hayatının nasıl yaşandığını izlemeye mahkumdu. Asıl sahip, çaresizce ona yalvardı, "Hayatım senin olsun, ama beni bırak." Ne yazık ki, bu mümkün değildi.

Evden okula giderken sıradan günler birbiri ardına gelip geçiyor. İnsanlar, kızın artık daha mutlu, enerjik ve canlı olduğunu fark ediyor ve şaşırıyorlar. Uzaylı, sahip olduğu sıradan, sıkıcı hayatının tadını çıkarırken, kız hala zihnindeki bir parazit gibi onu rahatsız ediyor, rüyalarına, kabuslarına giriyor ve onunla sohbet ediyor. Aslında uzaylı, zamanla bu sohbetlerden hoşnut olmaya başladı. Kız, ona yapmayı sevdiği şeylerden bahsetti, uzaylı da bunları denedi. Kahveye hızlıca kaynar suyu döktü, kahvedeki köpüklerden oluşan desenler insanın tuhuna huzur veriyordu sonra kahveyi kokladı. Felsefe kitapları okudu, bazı kitaplarda kendini bulduğunu hissetti. Kedilerine sarıldı, onların alnından öptü. En sevdiği toz pembe ojeyi sürdü, tırnaklarına bakmaya doyamadı. "Ben bu hayata sahip olmak için yıllarca yolculuk ettim, sen neden son vermek istedin hayatına?" diye sordu uzaylı. Aslında cevabı biliyordu, buna rağmen anlamakta güçlük çekiyordu. "Kendimi yalnız, yabancı hissediyorum burada. Hayatıma bir anlam uydurmak istemiyorum, hayatı anlamsızlığıyla kabul ederek yaşamak istiyorum, insan bedenime karşı geliyorum, uyum sağlamıyorum çevreme, istemiyorum da. Korkuyorum, bileklerime bakıyorum, incecik bileklerimdeki damarları görüyorum, ölüm ne kadar yakın, ne kadar basit, kendimizi ne kadar değerli varlıklar olarak görüyoruz, ama hayatımız bir uçurumun kenarında atacağımız bir adım, kafamıza gelecek bir kurşun darbesi, bileğimizin üstündeki ince bir kesik kadar basit ve değersiz. Bu değersizliğin bu anlamsızlığın altında ezilmiş buluyorum kendimi. Bazen en ufak bir şeye ağlarken buluyorum kendimi, ben de diyorum kendime kıymetini bil sahip olduğun hayatın, çabalıyorum bunun için. Bazen duruyorum bakıyorum etrafıma, ben de diyorum buradayım, bu bedene sahibim, çok şanslıyım. Ama kontrol edemiyorum, elimde olan bu hayatla ne yapacağımı bilemiyorum. Kendimi sevemiyorum, sürekli mükemmel olmak için çabalıyorum, ama sadece en iyi halime ulaşabiliyorum, o bile yetersiz. Düşünecek bir şeyim kalmayana kadar düşünüyorum, fakat ensemdeki yük, kalbimdeki ağrı asla geçmiyor. Bazen tüm gün uyuyorum, yetmiyor, hala uyanmak istemiyorum, hala yorgunum. Sen de yabancıydın, sen de yalnızdın, kaçıp geldin buraya, buldun mu aradığını, artık yalnız hissetmiyor musun, peki ben nereye kaçıp gideyim?" "Hissetmiyorum" diye yanıtladı uzaylı. "Seni tanıdım çünkü" dedi ardından. Belki de bu tek bedende yaşayan iki ruh değillerdi. Zeus'un ayırdığı ruhlar tekrar birleşmişti. İçlerindeki yarım ruhları artık birbirlerini tamamlıyordu. "Ben senin zihnine hepsettiğin karamsar bir sesten başka bir şey değilim." Dedi kız ve bir daha geri gelmedi. Her gün aynaya bakıyor onu görüyordu, ama ses yoktu. Orada mıydı hala, olmak zorundaydı, öyleyse neden susmuştu? Bir yandan sessizliğin verdiği huzur, bir yandan yalnızlığın verdiği o boşluk hissi arasında gidip geliyordu. Kafasını kaldırdı ve bir ağaca baktı, dallarının arasındaki mavi gökyüzünü izledi, ağacın yaprakları da tıpkı rüzgarla beraber tenine vuran ve karışan saçları gibi çırpınıyordu rüzgarla beraber. Ağacın üstündeki kumrular birbirine sokulmuş ısınmaya çalışıyorlardı. Gözlerini kapattı, içine çekti güzel havayı, "neredesin?" diye sordu. Şüphe duymaya başladı onun varlığından, anılarını gerçek kılan, onları yaşamış olduğunu düşünmesinden başka neydi ki zaten. Geçmişini düşünmeye çalıştı, bu dünyaya gelmeden öncesi yoktu, o yaşlı adamın anıları nereye gitmişti, bedeniyle beraber çürüdü mü yoksa? En başa geri dönmeye karar verdi, sahile. Belki orada gemisini veya eski bedenini bulup bu düşünce karmaşasından kurtulabileceğini düşündü. Yürüdü ve yürüdü kıyıda bir şey gördü, oraya doğru yaklaştığında onun uzun siyah saçlarını gördü ve onun bir kadın olduğunu fark etti, daha da yaklaştı, dalgaların kıyıya attığı bir cesetten başka bir şey değildi. Arkası dönük uzanmıştı, başta çevirmeye korktu fakat cesaretini toplayıp çevirdiğinde o derin mavi gözleriyle karşılaştı. Öleli birkaç gün olmamış bu genç kız, kendisinden başka biri değildi. Yani ne kendisi ne de bu olanlar gerçekti.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Oct 15, 2023 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

misafirHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin