Kahve bakışlarım cama çarpan sert damlaları takip ediyordu. Usulca camı açtım ve başımı dışarı uzattım. Duvarın dibindeki çukurlukta küçük gölet oluşmuştu; göletten gelen ses bedenimi tatmin edici bir şekilde sarstı.
Yağmurun sesinden dolayı iyice mayışan bedenimi pencereden aşağı doğru sarkıttım ve yüzümü gri gökyüzüne kaldırdım. Sanırım bu uyanmama yardımcı olurdu.
Kahve bakışlarımı karşımdaki ağaca sabitledim. Sararan yaprakları sonbaharda olduğumuzu biyolojik açıdan destekliyordu.
Ve kahve bakışlarım yaprakları sararan ağacın altına bir genç adam çizdi. Elinde tırtıklı fırçasıyla dökülen yaprakları toplayan bir genç adam.
Çok uzak değil; hemen on metre sağına ise ilk buluşmalarını yaşayan lise çağlarındaki çifte kumrular. Birbirlerine utangaç bakışları yollayarak; bakışları buluştuğunda ise sanki biraz önce karşısındakini süzen onlar değilmişçesine bakışlarının başka yerlerine delmesine izin veriyorlardı.
Başka bir ağacın altındaki bankta ise tek başına oturmuş elinde romanı, çatık kaşlarıyla esas karakterin içinde yaşadığı çatışmaya ev sahipliği yaptığının izini taşıyordu.
Ve onu metrelerce uzaklıktan izleyen kapşonlü adam. Genç kızın her mimiğini ezberlercesine -sanki defalarca bunu tekrarlamışçasına mimikleri tanıdık olarak- inceleyen gizemli genç adam.
"Eşay?" annemin beni soru dolu sesiyle ikaz etmesiyle kendime oluşturduğum seyirlik romanımda tıpkı yerdeki sarı yapraklara dönüştü ve onların sonsuz yolculuğuna katıldı.
Annemin ikazına kulak vererek ve ayrıca yeterince ıslandığıma karar verdikten sonra camı kapattım ve aceleci hareketlerle üzerimi kalın giysilerle değiştirdim. Aceleci adımlarım yatağımı buldu ve bedenimin sıcak yatağımla buluşmasına izin verdim.
Bu yağmur yağdığı günlerde yaptığım rutin bir davranıştı ve kimsenin bilmesine gerek yoktu.
Annem olduğunu düşündüğüm kişi odamın kapısını açtı ve derin bir nefes alma sesi kulaklarımı doldurdu. Birkaç saniye kapıda oyalandıktan sonra uyuduğuma kanaat getirmiş olacak ki kapıyı yavaşça kapattı ve adım seslerinin giderek azaldığından uzaklaştığını anladım.
Kahve bakışlarım cama vuran damlaları izlerken gerçek benliğimi düşündüm. Diğer insanlardan kendimi soyutlaştırmamı sağlayan benliğimi.
Karanlığın en koyu ve en mat tonuydum ben. Her yeni bir davranışım, yeni bir ton demekti benim için. Dipsiz kuyudaki tek damla su kadar yalnızlıkla bezenmiş bir karanlık.
Karanlığın hakim olduğu bir bedene karanlıktan başka kim hükmedebilirdi ki?
Karanlığın varolduğu sürece nefes alabilen, huzuru sarı sayfaların arasında bulabilen, acının varoluş nedeni olduğuna inanan sıradan bir bedenin arkasına saklanmış küçük bir kız.
Umursamaz kahve bakışlarının arkasına attığı öfkeli acıyı hiçe sayan kız.
Her sarı sayfada kimsesiz aşkını yaşatan, kuru acısını gözyaşlarıyla sulayıp yeşermesini sağlayan, her gece ölümünü tasarlayan ve bilinçaltının ona oynadığı oyunu kelimeler sayesinde bin yıl sonrasında arkeolojik bir kazı sırasında keşfedileceğine inanan bir kız.
Karanlığın bir gün siyah beyaz gökkuşağıyla içindeki ben'i sarmalayacağına inanan sessiz kız.
Nasıl biri olduğumu binlerce farklı şekilde anlatabilirim. Ama bu tanımların hiç biri benim içimde yaşadığım düzeni anlatamaz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÜŞVAR
Teen FictionGenç ama bir o kadar da yaşlı bakışları gri gökyüzünü taradı. İçinde bulunduğu bu kaostan onu kurtarması için yalvaran benliğinin sesini dinledi ilk defa. Yankılandı sesi içindeki ıssız boşlukta. Yardım dilendi biçare soyutluktan. Soyut varlıkları...