―1 "teninde ateşten parıltılar var"

2.3K 190 138
                                    

|she - harry styles

Taehyung
Los Angeles, California

Hiçbir zaman yan karakter olmadım. Bu ne hayatımda böyleydi, ne de bulunduğum sahne ışıklarının altında.

Filmlerin aranan yüzü olmak bir yerde işime de gelmiyor değildi, amerikan rüyası hayatımı yaşıyordum. Auram adım attığım her yerde beni takip etmişti ve biraz da şansım vardı işte.

Hayatın neredeyse gece başladığı melekler şehrinde aktör bir ailenin çocuğu olarak doğmuştum. Koreli bir anneye sahiptim. Katı kuralların olmadığı bir evde büyürken benden istenen tek şey iyi bir oyuncu olmamdı ve ben de yüzlerini pek kara çıkartmamıştım. Hollywood'tan gelip geçenler arasında en iyilerdendim. Keanu Reeves, Leonardo Dicaprio, Jim Carrey, Brad Pitt, James Dean, Johnny Depp. En iyisiydim.

Dünya çapında ünlüydüm.

Sarışınlar dikkatimi çekiyordu, esmerleri seviyordum. Beyaz bir ten ve siyah saçlar ise tam benim tipimdi. Ama anlamadığım bir şey vardı. Kimse beni istediğim gibi zevkle uçuramıyordu. Zevkleri iyi olan bir adamdım ama kendime göre birini asla bulamıyor, bunun olabileceğine dair bir ihtimal bile vermiyordum. Birlikte olduğum insanlar benim için yaratılmamıştı belki de. Baskınlığıma karşılık verebilecek, benimle yarışabilecek bir kadın yada erkek yoktu bu ülkede. Ya da ben karşıma öyle biri çıkmadığı için bu şekilde düşünüyordum.

Taa ki onunla tanışana kadar.

Los Angeles'ın meleği, Jeon Jungkook.

Gittiğiniz her yerde adını duyabileceğiniz, dönemin en ünlü modeli. Tüm markaların peşinde köpek gibi koştuğu tek kişi. Cehennem kadar yakışıklı ve tüm bu ilgiyi sonuna kadar hak ediyor.

O da benim gibi yarı Koreliydi. Bana kıyasla iri çekik gözleri vardı. Aynı ateşten yapılmıştık tanrı tarafından. Bunu, onu gördüğüm ilk gün anlamıştım ve çıkmayacak harflerle beynime kazımıştım.

O ateştendi, ve benim ateşe ihtiyacım vardı.

O hep vardı, hep olmuştu. Gittiğim her yerdeydi. Tam anlamıyla.

O gün sadece tanışmıştık. Bir yemek davetiydi ve cemiyetin büyük kısmı o gece oradaydı. Uzaktan onu izlediğim üç saatte aramızda pek bir konuşma geçmemişti. Kadehini yudumluyor, arkadaşlarının arasında sohbet ederken parlıyor, ara sıra güzel bir kahkaha atıyor ve tüm bakışların doğrudan ona dönmesini zahmetsizce sağlıyordu. Arada saniyelik bana kayan parıltılı bakışlarını yakalıyordum birde. Star ışığıyla parlıyordu. Teninde ateşten parıltılar vardı.

O an, o iki çift güzel kahve hareden nefret ettiğimi ilk fark edişim oluyordu. Ve asla sonu gelmiyordu.

Hakkında anlatılanları biliyordum ve duyuyordum, hatta bazen abartıldığını bile düşündüğüm olmuştu ama kesinlikle yanılmıştım. Onu yakından gördüğümde bu düşüncelerimin hepsi kaybolmuştu. Bu adam yaşayan bir tanrıydı, ve adı da Jeon Jungkook'tu.

O gece görünürde vücudumda bir şeyler değişmesede içimde bir şeylerin çoktan alevlendiğini hissetmiştim. Bu böyle de devam etmişti. Ne zaman bir davette ve partide karşılaşsak utanmadan bakışlarımı gece boyu üstünde tutuyordum. Fark ediyordu, hadi ama tabiiki de beni fark edecekti. Kim Taehyung'tum. Siktiğimin bakışlarıyla bana karşılık veriyordu, dudaklarını yalıyordu ve ben eriyordum. Tam anlamıyla okyanusa dönüyordum.

Aramızdakinin biraz daha değişip net bir hal aldığı zaman ise en sevdiklerimdendi. Hatta en sevdiğimdi. Bir hafta öncesiydi. Akşam üstü yer ayırttığım ünlü bir restorantta Cher ile başbaşaydım. Taze deniz ürünlerini yiyor ve günlük şeyler hakkında sakince sohbet ediyorduk. Cher'le rutin gibi bir şeydi bu. Onu yemeğe çıkarmayı seviyordum. Menüyü ne kadar beğendiğini, gününün ajansta nasıl geçtiğini anlatıyordu. O ana kadar her şey normal ilerliyordu. Ama biraz ileride gördüğüm tanıdık bedene dek.

Keven. Bu ismi pek kullanmıyordu ama magazinde ona bazen böyle seslendiklerini biliyordum. Muhtemelen bir iş görüşmesindeydi, martinisini yudumluyor, karşısındakileri dinliyormuş gibi gözükmüyordu. Bakışları bizdeydi, bendeydi.

Onu fark ettiğimde gözleri çoktan benim üstümdeydi. Üstünde rengi kırık beyaz bir gömlek ve altında bol kot pantolonu vardı. Taktığı inci kemer onu tamamlıyordu. Maskülen olsada yüzü güzeldi. Bu feminen bir güzellik değildi aksine yüzüne bakarken onu tanımlayacak bir kelime bulamıyordum. Kalıpların dışındaydı. Ne maskülen, ne de feminen. Keskin bir jawline, yapılı burun ve iri gözler. O sadece Jeon Jungkook'tu işte. Aklımı başımdan alıyordu ve ben bununla hiçbir şey yapamıyordum.

Cher, onu fark etmedi. Etseydi davet ederdi. Yemeğimiz bittiğinde onun favorisi olan bir tatlı söyledik. Biraz daha oturup kalkacaktık ki Jungkook daha önce hareketlenip bizim bulunduğumuz masanın yanından geçmişti ve bana göz kırpmıştı. Yutkunamamış, önümdeki yüksek sınıf içecekten zor güç bir yudum almıştım.

Cher tanışıp tanışmadığımızı sorduğunda yalnızca birkaç kere aynı ortamda denk geldiğimizi söylemiştim. Onun iyi bir adam olduğunu söylemişti. Ama, o gece aramızda bir şeyler geri alınamayacak şekilde değişmişti.

Uzun bedeni görüşümden kaybolduğunda yakamı çekiştirdim. Göz kırparken yana kıvrılan ince dudaklarındaki çapkın gülümsemeyi ise kendi kafamda uydurduğumu bile düşündüm.

Bu yüzden de birkaç dakika sonra peşinden lavaboya gitmiş ve onunla neredeyse yirmi dakika boyunca mermerlerin üstünde öpüşmüştük.

Dudaklarımız kızarana ve kan çıkana dek.

O geceden sonra ise karşılaşmaya devam etmiştik ve bunun bir yerden sonra hâlâ aynı devam etmesi sinirlerimi bozmuştu. Jungkook beni istemiyordu. Bir sevgilisi vardı sözde, yoktu. Biliyordum, olsa bile ona yetemeyen biri olurdu. Beyaz sıkı uyluklarının arasını doldurabilecek kadar kalın ve onu hareketleriyle uçurtacak kadar iyi olmazdı. Ama ben yapabilirdim. Onun erkek arkadaşı olabilirdim.

Ve tanrı üstüne yemin ederim, böyle de olacaktı. Çünkü tam da onun gözlerinden okumuştum bunu. Onunla da o gün öpüşmüştüm.

giriş bölümüydü biraz ısınalım diye kısa tuttum

beğendiniz mi?

ikili ünlü oldukları için birsürü davette hep karşı karşıya geliyorlar ve göz temasları gittikçe uzamaya başlıyor

gördüğünüz üzere taehyung yanıyor çocuklar😌

oy atmayı unutmayın<3

helin

golden hourHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin