"İnsan nasıl yaşarsa öyle ölür. Nasıl ölürse öyle de dirilir."
Bu cümle hayatıma, kendim için oluşturduğum büyük panoda baş cümle olarak yer alıyordu. Bunu hem aklımdan hem de hayatımdan çıkarmamaya gayret ediyorum. Babaannemin hakka teslim olmadan önce benim için bıraktığı en büyük mirastı. Bu hem Allah'ın rızasına göre yaşamak hem de babaanemin benim için bıraktığı mirasa sahip çıkmaktı bana göre. Bu yüzden değeri bende paha biçilemezdi. İkinci mirası ise ismimdi. Hayatınızda çok çok değer verdiğiniz biri varsa ve bu kişi size isminiz de dahil tüm güzellikleri bırakmışsa ayrı bir güzellik katıyordu hayatıma. Bu yüzden ismimi bir ayrı seviyordum.
Hem Rana olarak yaşamak hiç de kötü birşey değildi.
Ama Müslüman Rana olarak yaşamak çok zordu. Özellikle Rana inandığı şekilde yaşamaya çalıştığında ise zorluklar karşısında yaşadığı acı ise tabiki onu yıkamazdı. Ama bazen yıkamaz dediğiniz şeyler sizi buna itebilir. Üzücü olan ise bunu az kalsın başarıyor olmasıydı. Bu hissi bana tattırma korkusunu bile bana yaşatan O kişi, belki hayatımın sonuna kadar onu affetmeme korkusu ile başbaşaydı. Elindeki hafif bir kağıt gibi gözüken ama aslında onun için koca bir taş ağırlığında olan mektuba gözleri hırsla tekrar ilişti.
"Affedilmez bir gerçeğin ortasındayım. Ruhum yangın yeri... Öyle bir yangın ki içimdeki acımasız ve deli fırtına ile harlandıkça harlandı ve içinde benliğimi, insanlığımı cayır cayır yaktı...
Ve ben sevgili; bu yangında kendimle birlikte seni de bile bile yaktım.
Affetme beni...
Ben, beni affet desem de..."Genç kızın gözlerinde donuk bir ifade oluştu. Şu an elinde bulunan, herbir satırı pişmanlık kokan kelimelerin hiçbir anlamı yoktu. Affetmek Allah'a mahsustu ama içindeki ateşi söndüremiyordu, içindeki acı ve kin bitmiyordu. Bu, onun elinde olan birşey değildi. Kesinlikle değildi. Kimse onu suçlayamazdı. Bu hikayenin mağduru oydu, başka biri değil. Kimse onu anlayamazdı.
Elindeki beyaz kağıdı hırsla buruşturdu.
Hemen arkasından bir ses işitti o an.
"Rana? Elindeki ne?"
Arkasını dönmeden, elinde buruşturduğu kağıt parçasını bütün hisleri ile birlikte çöp kutusuna attı.
"Çöp."
"Rana!!"
Duyduğum uyarı gibi söylenen ismimle hırsla arkamı döndüm. Sinirlendim, çok sinirlendim. Kimse beni anlamıyordu. Neden kimse beni anlamıyordu? Neden sadece onun pişmanlığına takılmışlardı ki onun gerçekten pişman olup olmaması bile meçhul. Ya yine bir oyunsa. Ben artık onun oyunları içinde başrol olmak istemiyordum. Tamamen kirden oluşan birini daha fazla hayatımda görmek, kendi kirini bana bulamasını istemiyordum.
Ben artık sahte birini yanımda, yamacımda görmek istemiyordum!
"Ne var Elif! Ne var! Yine aynı cümleleri kuracaksan hiç nefesini tüketme, kararlıyım."
Omuzları umutsuzlukla yere doğru düştü. Kırgın bir bakış sundu bana. Bunu yapmamalıydı işte. Ona dayanamıyordum ama abisi kesinlikle benim yöremde olmamalıydı. Bunu artık anlaması gerekiyordu.
Ellerini uzatarak çekingen bir şekilde iki elimi birden avuçlarına aldı. Gözlerime bir kedi yavrusu gibi bakmaya başladı.
"Rana... Abim... Yani İnanç o pişman. Onu hiç böyle görmemiştim."
Bakışlarımı görünce telaşla eklemeye çalıştı.
"Yemin ederim Rana. Gözleri eskisi gibi değil. O kibir, o kendini beğenmiş halleri tamamen uzaklaşmış. Gözlerine bakınca, sanki karşımda bambaşka biri var gibi hissediyorum."
"Elif, yapma! Lütfen yapma!"
"Ya yemin ederim gördüm ben. Bana inanmıyor musun? Ben asla yalan söylemem Rana? O çok değişti. Ayrıca o sana a..."
Elimi elinden kurtarıp ağzına bastırdım. Çünkü bu cümlenin devamını duymak isteyeceğimden emin değilim.
"Elif, canım. O değiştiyse, ben de değiştim. Artık değil, eski ben değilim."
"Sana söylemeyi unuttum. O, yarın çıkacakmış." Fısıltılı bir şekilde söylemişti. Ama son cümlesi kulaklarıma bir patlama şiddetinde ulaşmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Işık Yak
EspiritualSöylesene sevgilim; hüzün kokan gözlerin, hiç mi ışık yakmayacak...