⿻
Uzak değil, bazı ölümsüz ruhlar için çok yakın. Bir sene öncesi hayat şimdi olduğundan epey farklıydı. O ölümsüz ruh kapı eşiğinde bir mektup buldu bugün eski günleri yâd eden. Ah, ne çok benzetiyorum kendime o çaresiz bakışları. Kafası karışık ruh halleri, en yakınlarını bile hemen sorgulayabilecek düşünce yapısı...
Titrek elleri tutuyor mektubu. Tıpkı gülün dalına değermiş gibi kanlar süzülüyor parmaklarında açılan minik kesiklerden. Açar açmaz beyaz bir balık uçuyor içinden. Mavimsi yansımalı ve up uzun kuyruklu güzel mi güzel bir süs balığı. Suratına yaklaşıp giriyor göz bebeğinden. Ve o şeker tadında anıları bir bir gözlerindeki film şeritlerine yerleştiriyor.
İlahi güzellikte bir adam var içlerinden birinde, gülümseyerek ismini söylüyor. Ses oldukça boğuk. Eskiden olduğu kişiyle alakası yok bile. İsmini bile duyamıyor, hemde en sevdiği sese sahip ağız söylerken bile. İçinde alevlenen şömine sıcacık ediyor kalbini. Ama zarar değil mi fazlası her şeyin? Ya bu gülümseme büyüdükçe kalbi yanmaya başlarsa o okyanus özentisi gözler söndürmeye yeter mi?
Satoru bir zehirse, kendi zehrinin ilacına sahip olabilir mi?
Suguru ona yakın olmaktan nefret ediyor. Ediyordu. Ne kadar yakın olursa o kadar az görüyor onu. Gökteki bir yıldız olmak onun için sorun değil. Çünkü yıldızlar her büyük resime öyle uzaktan bakıyor ki tamamını görebilir onun sevdiği şey de bu. Burnunun ucundaki bir toz tanesi kadar yakın olmak istiyor ona, rüyasında asla ulaşamadığı bir kapı kadar uzak hem de.
Ah, elinde olsa bölmez miydi tüm ruhunu milyarlarca taneye? Her bir parçasını onun başka bir ayrıntısını, başka bir detayını görebileceği yerlere yerleştirse... İşte o zaman bir yıldız olmasına gerek kalmazdı, tüm gök yüzüne sahip olabilirdi. Ama Suguru unutuyordu. Gök yüzü sadece gündüzleri maviydi.
Ya gece olduğunda kim koruyacaktı onu kafasının içindeki adamdan? Korunmak istiyor muydu ki? İşte bu yüzden ondan uzak durmaya karar vermişti. Satoru ilahi bir güçtü onun gözünde. O ise günahların vücut bulmuş hâli gibiydi. Su birikintilerine attığı adımları arkasına kanlar damlatıyordu. Bakıştığı insanlar çok geçmeden ölüyordu. Dokunduğu çiçekler soluyordu...