Polonyalı altın çocuk

880 110 81
                                    

Szymanskilerin beklediği kabul mektubu bir salı günü, akşamüzeri kapılarına ulaşmıştı. Bizzat Kont tarafından imzalanmış ve özerk Olham ıslak mührüyle ulaşan mektup, aileyi tarifsiz bir aceleye sokmuştu.

Bu hengameye katılmayan yalnızca iki kişi vardı. Bunlardan ilki abisine karşı sonsuz bir mahçubiyetle dolu an Adrea oluyordu. Diğeri ise monarşinin olmadığı bir coğrafyada özgürce yaşama hayalleri kurarken kendini kontun adayı olarak bulan sarışındı.

Eşyaları özenle bavuluna yerleştirilirken, babası tarafından sıkıca tembihlenirken hatta kendisine eşlik edecek hizmetlisi seçilirken bile sadece izlemişti genç adam. Biliyordu, bu mektup sadece kont ile görüşmeye kabul edildiğini gösteriyordu. Yalnızca aday olma talebi kabul edilmişti ama bu mektubun kabul olmamasını ummuştu Sebastian. Polonya'dan gelen bir talebin İngiltere'de ciddiye alınacağını bile düşünmemişti. Bundan sebepti durgunluğu.

Ailesiyle vedalaşmak tahmin ettiğinden bile zor olmuştu çünkü Adrea hiç susmamıştı. Geri adım atamıyordu ama ağabeyini uğurlarken gözyaşlarına da hakim olamıyordu. Annesi oğlunu başka bir erkeğe sunmaktan gurur duymadığını belirtir gibi mesafeli bir tutum sergilerken, babası bu fedakarlığın farkındalığıyla doluydu. Mahçubiyeti yüzünden oğluyla fazla göz teması bile kuramamıştı onu uğurlarken.

"Kabul edilirsen." Diye başlamıştı babası sözlerine. Utana sıkıla konuşuyor, Sebastian'ın cam gözlerinden kaçınıyordu. "Yazdığın ilk mektupta hep birlikte İngiltere'ye gelip düğününde yanında olacağız."

Yol sarışının sandığından bile uzundu. Kendi hizmetlisi ve kontun adamlarıyla toplam dört kişi başlayan yolculuk neredeyse iki gün sürmüştü. Kont'un hizmetlileri sarışının yol boyu kendilerine sorduğu sorulara başta seviyeli cevaplar verse de son birkaç saate doğru sabırları tükenmişti. Esmer adam kendisine yöneltilen son soruya karşın bayılmış numarası yapmış, Sebastian'ın susmasına sebep olmuştu.

Pahalı, ahşap cilalı at arabası sonunda kontun malikanesinde durduğunda arabadan kendilerini atan ilk isimler kontun adamlarıydı. Gece vardıkları için kendilerine sıcak duş ve temiz yataklı odalar verilmişti. Sebastian önce yatağın bu kadar yumuşak olması yüzünden öfkelenmiş, ardından dayanamayıp uyuyakalmıştı.

Şimdi, kontla görüşmek için bekleyen diğer adayların yanına gitmeden önce hazırlanırken içi tarifi zor bir gerginlikle doluydu. Erkek bir aday görmenin ilk şokunu atlatan görevli hanımefendi çocuğun yüzünü beyaz bir pudrayla kaplamış, ardından yumuşak pembe tonlarındaki malzemelerle renklendirmişti. Dudakları gül kurusu renkteki vazelinle ıslatılırken aynadaki yansımasını izledi sebastian. Beklediği kadar değişmemişti.

"Yanaklarımdaki lekelere neden bir şey sürmüyorsunuz?" Diye sordu merakla. Sonuçta Kont'un karşısına çıkıyordu değil mi? Mükemmel falan olmalıydı. Aday olarak kabul görmek bile bir lütuftu. Kont'un egosunu tatmin edecek kadar güzel görünmesi lazımdı(!).

Kadın elindeki pembe pudrayı kenara koyup üzeri kuğu işlemeli, porselen ve yumuşacık kılları olan fırçayı eline aldı. Altın sarısı saçları fazla bastırmadan taramaya başladı. Aynadaki Sebastian ile arada bir göz teması kuruyordu.

"İçeriğinde fazlasıyla civa olduğundan Kont renkli pudraları yasakladı, efendim." Dedi. Sarı saçları hafifçe geriye yatırdı. Sebastian pür dikkat yansımasını izliyordu. "İngiltere'de son zamanlarda birçok kadın civa zehirlenmesinden öldü."

Sebastian bunu gizlese de şaşırdığını inkar edemezdi. Kont'un süse ve gösterişe önem verdiğini düşünmüştü, kadınların sağlığı için makyaj malzemelerini yasakladığını değil. Yine de önyargısını kıramadı. Kadının kendisini güzelleştirmeye çalışmasını bekledi. Arada bir yanlışlıkla rujlara uzanıyor, sonra bir erkeği hazırladığını hatırlamış gibi vazgeçiyordu.

sarışın, monarşiye karşı -ryansebHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin