yine sıradan ve sıkıcı bir hafta sonuydu. Pratik odasında tek başıma dans ediyor, bir andan da düşüncelerimle boğuşmaya çalışıyordum. Çalan müzik bittiğinde yeni bir müzik açmak için bilgisayara yöneldiğim sırada aynadaki yansımamı gördüm, saçlarım dağınıktı ve terden üzerimdeki tshirt karnıma yapışmıştı. Ellimle saçımı geriye taradım ve aynadaki yansımada gözüme bir şey takılmıştı. Kapının eşiğinde şapkalı, makseli ve elinde bir poşetle dikilen bir adam vardi. Üylerden ya da çalışanlardan biri olduğunu düşündüm ancak yanına yaklaşdığımda görüğüm tanıdık bir çift büyük göz ile onun kim olduğunu hemen anladım. Onun olduğunu anlayinca yüzüme kocaman bir gülümseme yerleşti, kalbim heyecanla atmaya başadı.
"Mark hyung!!" Hızlı adımlarla onun, Mark'ın yanına gittim. Yüzümde kocaman ve aptal bir gülümseme ile ona bakıyordıö, ve onunda bu şirin görüntüye dayanamayıp gülümsediğini kısılan gözlerinden anlamıştım. Hemen soru yağmuruna tuttum onu.
"Neden geldin? Bu elindeki poşette ne var? Üşüdün mü? Hadi içeriye gelde sana su vereyim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
It's not living if it is not with you
Fiksi Penggemar"ben seninle büyümeyi öğrendim, ama bedenim büyük olsada içimde küçücük bir çocuk olduğunu biliyorum. Tüm zorluklara rağmen yaşatmaya çalışıyorum o çocuğu, çünkü oocul benim ruhum. Eğer o çocuk ölürse benim ruhumda ölür, ve ruhum ölnce bedenimde yav...