elimdeki sigaradan büyük bir nefesi ciğerlerime davet ederken düşündüğüm tek bir şey vardı.
taehyung.
hırsla içtiğim sigaradan aldığım her nefeste yanaklarım içine göçüyordu. külden kurtarmak için parmaklarım arasındaki dala sertçe vurdum yeniden.
birkaç gündür yoktu yine. şu siktiğimin uluslararası şirket toplantısı cart curt zımbırtısı yüzünden telefonla bile konuşamıyorduk doğru düzgün. ve ben sanki bunu bekliyormuş gibi sebepsizce kötü ve huzursuz hissediyordum. tam olarak taehyung'un zapt edebileceği türden bir depresyon dönemimdeydim. berbat bir hissin ve taehyung'un eksikliğinin birbirine karışmış hâli ile tek başıma mücadele ediyordum.
evet, bazı cümleleri kurmak fena hâlde yoruyordu beni. anlamsız ve kimliksiz. canım öyle sıkkındı ki, gözüme her şey batıyordu. sinirliydim, fazla sinirli hem de.
derin bir nefes daha alırken dibinin geldiğini acı tadından anladığım izmariti küllüğün içine bastırdım. koltukta arkama yaslanıp balkondan şehrin her zamanki manzarasında gezindi gözlerim. çok uzakta olduğu için hafif tonla duyulan trafik, arada gelen ambulans ya da polis arabasının siren sesleri hoş bir tını bırakıyordu kulaklarıma. ya da bana verdiği âdi tadı seviyordum. zevklerim oldum olası farklıydı, evet.
üzerime çektiğim siyah sweat yeterince ısıtmıyodu bedenimi. taehyung'a alıştığına varsayıyordum bunu. işime nasıl gelirse hesabı. çünkü o varken kaç derece olursa olsun sıcaktım. üşümezdim. dahası, üşütmezdi beni.
birkaç dakika sadece boşluğa dalmıştım ki evimin kapı sesi yankılandı kulağımda. muhtemelen yoongi hyung gelmişti. anahtarım yalnızca o ve bilmem kaç kilometre ötede sevgilimde vardı. nerede olduğumu tahmin edeceğinden yerimden kalkmak yerine paketten bir dal daha çektim. çünkü az önceki dişimin kovuğuna bile yetmemişti. ciğerlerim yeterince nasibini almamış gibi o zehri arzuluyor, sınırlarımı darma duman ediyordu. yine de birkaç aya kasıt az içiyordum. yaktıktan hemen sonra koltuğa yayılarak oturup gözlerimi sıkıca kapattım. özlem sahiden berbat bir histi. basıp yanına giderdik lâkin bu bir şeyi değiştirmez, zaten kendine zar zor ayırdığı vakti benimle yiyip bitirirdi.
adım sesleri duyduğumda gözümü açmak bana fazla zor gelmişti o an. birkaç gündür uykusuzdum zaten ve yoongi hyung bunu sikine takacak biri değildi. bu yüzden olduğum yerde biraz daha yayıldım.
düşmanım olan düşüncelerimle sevişme yoluna girmişken birden kucağımda hissettiğim ağırlıkla kendime gelip gözlerimi açtım. taehyung çattığı kaşları ile öylece yüzüme bakıyordu. bacaklarını saran siyah kumaş, üzerindeki beyaz gömlek ve dağılmış siyah saçları ile tam anlamıyla karizmanın tanrı kılıfıydı. keskin yüz hatları ve yüzünün birkaç yerine ustaca vurulmuş fırça darbesi niyetine benleri ile baktığım çoğu tablodan daha güzeldi.
"taehyung?"
kendime gelip durumu idrak edene kadar taehyung kucağıma çoktan yerleşmişti bile.
"ne bu hâl? dağıtmışsın götü başı."
"neden haber vermedin?"
"jeongguk, soruma cevap ver önce."
ellerim bel kıvrımında yerini alırken kafamı koltuğun sırt kısmına yasladım.
"sen olmadığında ne hâlde olacağımın ön gösterimi?"
inanmadığını yüzündeki sert ifadesi ile belli etmişti o sırada. tek eliyle çenemi sıkıca kavrayıp yüzlerimizi hizaladı. eh, bu da bir belirtiydi.
"biri canını mı sıktı senin? bir şey oldu da bana mı söylemiyorsun yoksa?"
"özledim." dedim sessizce. sesim bir yerlerine kaçmış gibiydi sanki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
smoke symphony |tk
Fanfictionjeon: içtiğim boktan sigaraların seni bana getireceğini biliyor olsaydım, çoktan ciğerlerime siktiri çekmiştim. for ne jupiter.