one

595 49 88
                                    

"sen ve ben kalsak sadece,
bu yıldızların üstünde,
ayın tam yanında,
sadece sen ve ben kalsak."

bölüm müziği: jungkook/ shot glass of tears (tam anlamıyla kafamda bu şarkı var siz de onunla okuyabilirsiniz ✨)

-----------------

jeon jungkook, maneviyatını evim yaptığım, maddiyatını ve bütün dünyevi özelliklerini kendime sakladığım o sevgili figürü... sadece figür olarak kalsaydı keşke. aklımı da fikrimi de ona kaptırmıştım, hem de lisenin ikinci senesinde. daha hayatım, hayat sayılırken, insanları yeni tanıyorken ve herkesin ne olduğunu daha tam da anlayamamışken, bir anda karşıma hayat bu yıldız gözlü oğlanı çıkarmıştı.

ilk karşılaştığımızda, içimdeki kıpırtıların ve halk dilimiyle söylenen o kelebeklerin içimde var ettiğini ama çok büyük bir his olmadığını düşünmüştüm. ve hislerim, beni büyük ölçüde yanıltarak bana hayatımın en güzel yıllarını bahşettiler.

birbirimize olan hislerimizi söylediğimizde, ikimiz de on yediye yeni girmiştik. ikimizin de doğum günü, kaderin işiydi bence bu, aynı gündü. ya da o beni bununla kandırmaya devam ediyordu. gözlerimin içine bakıp aşkım senin doğum günün benim doğduğum gündür zaten diye kandırıyordu beni her seferinde. ablası doğru olduğunu, doğum günlerimizin aynı olduğunu söylese de, içimden bir ses bu kadar fazla tesadüf olamaz diyordu.

on yedi yaşında başladığımız bu aşk macerasının dehlizlerindeyken, bir anda kendimizi üniversite sınav sürecinde bulmuştuk ve şimdi ise üniversiteye giden iki sevgiliyiz. aynı yurtta kalsak bile, aynı odaya denk getirememiştik ve bu açıkçası sinirlerimizi bozmuştu. yurdumuzdaki odalar, dört kişilikti ve biz en azından aynı yurdun karşı komşusu olabildiğimiz için mutlu olmuştuk. başka çaremiz yoktu, en azından özlem duygum fazlalaştığında, kapısını tıklatıp sarılıp öpebiliyordum.

ne yazık ki bir sorunumuz vardı, bu sorunumuz ise, homofobik bir ülkeye gelmiş olmamızdı. biz lisedeyken, farklı bir ülkede yaşıyorduk ve şimdi üniversite için buraya gelmiştik. ikimiz de memnunduk buraya gelmekten ancak bu ülkenin bu denli homofobik olduğunu tahmin etmemiştik.

tercihlerimizi yaparken, önce jungkookun ablası nayeon'a, daha sonra ise benim abim namjoon'a sormuştuk ve büyüklerimizin iznini alarak buraya gelmiştik. şimdi ise karşımda duran odaya bakıyordum belirli bir süredir. jungkooklar hala akşam yemeğindelerdi, yemekhanede görmüştüm onları ama yanlarına gitmemiştim.

özgür bir şekilde sevgilim diyemediğim için kızıyordum kendime ve ona. buraya geldiğimizden beri yalnızlık çekmemiştik birbirimize sahibiz diye ama içimde bir yerlerde hala lise yıllarına özlem duyuyordum.

lise yıllarında kimsenin bizi görüp görmeyeceğini umursamadan ulu orta yerde bile öpüşebilirken, buraya geldiğimizde bundan çekinir olmamız üzüyordu beni. sevgilime istediğim şekilde yaklaşmak istiyordum. bir erkekle bir erkek sevgili diye bu denli tepkiler almamalıydı toplum tarafından.

toplumun yanlış birçok şeyi vardı ama onların odaklandıkları şeyler daha farklıydı. bu bir süreden sonra maruz kaldığınız topluma nefret beslemenizi sağlıyordu. buradaki insanları tam bilemediğim için kesin bir yargıya varmıyordum. varmamaya çalışıyordum. tek bulduğum saçmalık buydu.

ben düşüncelerimle boğuşurken koridorda dört kişi göründü. jungkook ve jungkookun oda arkadaşları, eunwoo, mingyu ve yoongi. hepsi bana kafa selamı verirken, jungkook endişeli gözlerle bana baktı ve elimden tuttu hemen. "ne oldu?" diğerleri ellerimize tuhaf bir şekilde baktığında, çekingenlikle ellerimi arkaya aldım. "şey, sana ihtiyacım var." neyi kast ettiğimi anlamış olmalı ki, kafasını sallayarak oda arkadaşlarına odaya gitmelerini söyledi.

onlar odaya girer girmez ise beni yangın merdivenlerine yönlendirdi. odalarımızın koridor sonlarında yangın merdivenleri vardı ve burada hem hava alabiliyorduk hem de isteyen sigara içebiliyordu. girdiğimiz anda etrafı kolaçan etti, ve bana bakarak yüzümü avcunun arasına aldı.

"ne oldu sevgilim?" sevgilim kelimesini öyle vurgulu söyledi ki, içimdeki hisler alevlendi sandım. "seni özledim." hızla boynuna sarıldım ve kokusunu kokladım. evim burasıydı, boynundaki o mis koku benim evimdi. "sevgilim." içim giderek hitap ettiğimde, onun da nefes seslerinin kesildiğini ve kulağıma gelen güzel sesini dinlemeye başladım. "sevgilin seni çok seviyor. ben de seni özledim." dudaklarımı sıcacık boynuna bastırdım. kokladığım yeri iki üç kez öptüm.

"jungkook." kafamı kaldırarak yüzüne muzip bir ifadeyle baktım. "ben bu yüz ifadesini biliyorum." sesli bir şekilde güldüm ve yanaklarına dudaklarımı bastırdım. "öpeyim mi bir kere..." derin bir iç çekti. "yavrum ya biri gelirse?" omzumu silktim. "sevgiliyiz deriz." yanaklarımı yakaladı hızla ve dudaklarıma sıkı bir öpücük bıraktı. şaşkınlıkla aldığım ani öpücüğü sindirmeye çalışırken bir kere daha öptü. "bu konuda anlaşmamız lazım, burası geldiğimiz yer gibi değil sevgilim." gözlerimi dudaklarından ayıramazken, dedikleri şuanda pek de umurumda değildi.

dudaklarına asıldım hızla ve bizi sert bir öpüşmenin içine çektim. aşık olduğum ve hasretini çektiğim dudakları uzun uzun öperken, öpücük seslerinin merdivdende yankılanmasını önemseyemedim o an. tek düşündüğüm, biraz daha öpebilmekti. içim gidiyordu bu çocuğa benim. geriye çekildiğim zar zor. "hm, ne demiştin aşkım..." yanaklarımı kavradı ve alnıma sol eliyle ufak bir fiske vurdu. "aklımı başımdan aldın."

"sadece sen ve ben kalalım, bu öpücüğün içerisinde, bu anın içinde, sadece sen ve ben."

bölüm sonu

böyle çıtır çerez olacak ve soft bir sevgili hikayesi yazıyorum, yani kaos beklemeyin ✨ (belki biraz kaos olabilir ama çok az

sizi seviyorum öptümmmm 💙

standing next to you'tkWhere stories live. Discover now