altı

787 111 15
                                    

eunha
minho koş
çabuk

minho
ne vaarr
yewon noonada değil misin sen
ne unuttun yine

eunha
acil buraya gel

minho
YA ABLA ŞAKA GİBİSİN VAR YA
gelmiyorum var mı
gelmeyeceğim

eunha
minho dedim
çabuk buraya gel beni sinirlendirme

minho
noldu yine
niye geliyorum??
okulda yeterince seungminle yan yanayız
bırak da ders çalışayım

eunha
dersini gelince yaparsın
şu an buraya gelmen gerek
ben yewonla falan ilgilenirken
sen de seungminin yanında durursun

minho
neden böyle bir şey yapıyorum??

eunha
anneleri bir süredir hastanedeydi hatırlıyorsan
sabaha yakın durmuş kalbi
teyzeleri haber etti bana da

minho
ne

eunha
seungmin odasında şu an ne yaptığını bilmiyoruz
yewon da afalladı kızcağız napacağını bilemedi
ben kaldım ortada öyle

minho
tamam biraz daha dur
sonra babalarının numarasını alıp ara
babaları vardı sanırım o ilgilensin

eunha
yavrucum babaları ceza evinde

minho
siktir bu kadarı da yani...

eunha
gel şuraya seungminin yanına
çocuğun yanında kimse yok
ablası da berbat durumda

minho
tamam
geliyorum

-

minho

aslında sadece iyi niyetimi kullanıyorum. seungmin'in onca lafından sonra yüzüne bakasım gelmiyor fakat bazen karşılıksız bir şey yapmak gerekir, yani bence böyle olmalıydı. belki o bunu yapmazdı ama ben yapardım.

gittim onların evine, derince iç çekip kapıyı çaldım. tabii ablam da vardı, unutmuştum. kapıyı o açtı, içeriye girmeden tembihledi beni, "sakın üzerine gitme, sürekli sarıl, yanında olduğundan bahset." kesik bir nefes alıp omzundan itekledim. "biliyorum!! çekil de, bir an önce gideyim."

"aferin kardeşim benim, git hadi." omzuma vurup, beni gönderince, yewon noona'nın açık olan kapısına kaydı gözüm. yüzü ağlamaktan kötü bir hâle gelmiş ve sesi zor çıkıyordu. yutkunamadan, zorlukla merdivenleri çıktım. seungmin'in yerine kendimi koyaraktan onu anlamaya çalıştım yol boyu.

onun gibi izinsiz kapıyı açmadım, sakince çaldım ama doğal olarak ses gelmedi. birkaç saniye bekleyip öyle açtım, ardından içeri girdim. yatakta yorganı kafasına dek çekmiş, ses soluk yok...

"seungmin? uyuyor musun??" ayak ucunda ona doğru ilerleyince, burun çekme sesi geldi. uyumadığını anlayıp burukça güldüm ve ayak ucuna oturdum. "uyumuyorsun."

"niye geldin?" kısık sesiyle iç çektim ve sinirlenmemeye çalıştım. şöyle acı bir günde bile bana laf ediyor ya... "senin için geldim, yanında olmak için."

"gitsene sen, ben yalnız kalmak istiyordum." oflayıp inadına tüküresim geldi. neden böylesin ki? sadece kalkıp bana düzgünce bakmak zor mu? "seungmin farkındaysan, laflarına rağmen buraya geldim ben. şimdi bunu tartışacak zaman değil, kalk şuradan." yorganını asıldığımda yüzü meydana çıktı. şaşkınlıkla baktım.

tepkisizce duvarı izledi, bana bakmadı hiç. "beni yalnız bırak, yoksa daha çok kalbini kırarım."

"üzgünüm ama şu an kırılacak zamanımda değilim, ne dersen de... senin yanında olmak için buradayım." bir anda kafasını çevirip bakışlarımızı buluşturdu. kabul edeyim, korkutucuydu... ama yüzü kızarıktı, gözlerinden yaşlar aksa da sesi titremeden konuşuyor. "seni istediğimi kim söyledi? biliyorum, ablan şu an ablamın yanında ama sen neden benim yanımdasın? git evine, seni isteyen yok burada. çok istiyorsan ablamın yanında ol."

"inadına tüküreyim senin seungmin, şu hâlinle bile bana laf ediyorsun. başka birisi olsa sana böyle davranmaz biliyor musun?"

"iyi. sen de davranma o zaman, git evine." hayretle ona hakarken, aralık dudaklarımı kapattım. benden ses gelmeyince rahat duramadı ve yattığı yerden doğrularak yüzüme yakınladı. aslına bakarsak yanlış zamanda böylesine bir yakınlık kurmuş olduk. irisleri öyle hüzünlü ki, ama ağzından çıkan her söz bıçak gibi keskin. "git evine minho, görmek istemiyorum seni. git."

neden benden böylesine nefret ediyor hiç anlayamadım...

"neden?" benim de bir canım vardı, ben de bir insandım. o bugün bir can kaybetti ve ben onun yarasını sarmak adına buradaydım. ama o bu yaranın sarılmasını istemiyor olmalı, yoksa ben o kadar berbat biri değilim.

"sevmiyorum seni, sen yanımda olma. aşağıda ablam var bak, git çok istiyorsan yanına." yutkunmaya çalıştım ama öylece iç çektim. irislerinden akan yaşı görünce de gözlerimi tavana dikip öylece durdum. şimdi de güçlü rolüne bürünmeliyim sanırım, bana bu laflar işlemez. o sessizce ağlarken, deliymişim gibi ona nazikce sarıldım. boynuna kollarımı dolayıp sırtını okşadım.


bir süre durdu... durdu... sonra kollarımı geri itekledi. "bana bulaştırıyorsun iğrençliklerini. git ablama teselli ver, ben seni istemiyorum." ağlıyor ama hâlâ lafları yumuşamıyor. ne yapmalıydım ki başka? "zamanı değil, anlıyor musun beni kıt beyinli?? her ne dersen de, yanındayım. zorlaysa zorla, umurumda da değil." ilk başta oflayarak iki eliyle yüzünü kapadı ve ovuşturup, yaşlarını sildi.

en sonunda bana baktı ve dudaklarını yaladı. ortam böyle gerici gözükse de, tüm masumluğum ile duruyorum karşısında. beni istemeyen, sevmeyen oydu. "tamam. dur burada böyle süs bebeği gibi... ama kenarda dur, in yatağımdan. uyuyacağım, böylece çabucak gidersin."

"gitmem."

bir şeyler mırıldanıp tekrar yattı ve yorganı yine kafasına dek çekti. ben de mal gibi yatağından inip, dolabının önüne gidip oturdum. "sen her ne kadar benden iğrensen de, beni sevmesen de burada böyle duracağım. bu zamanda yanında olan tek kişiyim, teşekkür asla beklemiyorum ama birazcık iyi olmaya çaba göstersen keşke. şu an içindeki yangının nasıl olduğunu anlayabiliyorum, gerçekten çok üzgünüm."

ses yok...

olsun, duymasın ya da duysun. içimdekileri aktardığım için rahatlamıştım. harbiden bu hâlde, ağlaya ağlaya uyudu. ben de dolabının önünde onu bekledim. telefonla oynadım, arada uyukladım ve ablam bizi birkaç defa kontrol etti. uyandığında beni göremeyecek olsa bile bir saat kadar orada bekledim.

-

this is how i disappearHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin