yirmi yedi

605 84 20
                                    

minho

umarım bugün yewon noona eve gelmeyi başarır ve seungmin ile konuşuruz. çünkü daha fazla böyle onunla bakışarak vakit öldürürsem... sanırım kazandığım özgüvem puf diye sönecek.

acayip bir istekle açıkladım kendimi ve şimdi düşünüyorum ne olacak diye... ne kendi ablamı, ne de onun ablasını düşündüm. ikimizden biri bile ablasına söylememiş eşcinsel olduğunu, bunu bile düşünmeden daldım ortaya.

"eunha noona," seungmin en sonunda ablama dönünce, ablam telefondan başını kaldırıp gülerek ona baktı. kesin flörtüyle konuşuyordu... "hm?" seungmin'in ilk bana bakıp, sonra tekrar ablama bakması beni endişeye soktu. ona güvenmediğimden değil, tepki vermediği için böyleyim. "minho ile odada dursak beraber senin için sakınca olur mu? çünkü buraya gelmesini ne zamandır istiyorum ve şimdi böyle boş oturmak istemiyor eminim."

ablamla göz göze gelince samimiyetsiz bir gülüş sundum ve çenesini büzüştürüp düşündü. "hmm... iyi, gidin bakalım. yewon da birazdan burada olur sanırım."

"seanslarımız biraz derin olduğundan, yani geçmişteki konular falan... uzun sürüyordur. çıkarsa mesaj atar." gözlerim onun üzerinden ayrılmadı, her bir tarafını incelerken buldum kendimi. seungmin'e şaşırırken, benim de bunları yapmam tuhaftı. ancak şöyle bir geriye bakarsak; ben zaten seungmin'i sürekli süzüyordum ve yanında olmak istiyordum.

yerinden kalktı ve ben de kalkıp, hiç ses etmeden onun odasına doğru adımladık. odasının kapısını açtı ve geri çekilip yüzüme bakmadan geçmemi bekledi. açıkcası bozulmuştum ve bu yüzden yüzüm düşük içeri girdim. ortada öyle dikilirken de, kapıyı kapadı ve bir süre bekleyip bana döndü.

kendimi niye acındırıyorsam... öyle masum bakmaya çalıştım ki ona, bir an 'acıdım, gel' diyecek sandım. demedi tabii öyle bir şey, sadece önümde durup iç çekti. "kendimi yanında rahat hissetmeye başlamışken... bunları demen açıkcası bayağı şaşkınlığa uğrattı beni."

ve evet, ilk kez açıldığım bir çocuk tarafından (hetero değil) reddedileceğim.

"ama seni reddetmeyeceğim." dedikleriyle kafamı kaldırıp şaşkınlıkla yüzüne baktım. doğruluğunu ölçmek adına da gözlerine iyice baktım ki, bakışlarından anlayabilirdim. "bu duyguların istemsiz olduğunu söyledin ve geçmişte yaralanan kişi çok iyi biliyor bu duyguyu."

"ama sen de biliyorsun ki, reddetmen sorun değil. kendini zorunlu hissediyorsan eğer şu an... bil ki kırılmam." aslında kırılırdım ve üzülürdüm. her seferinde olan bir şeydi, kendimi çok iyi tanıyorum. sadece onun için böyle söylemiştim, o da zaten ilgilenmediğini belli ederek farklı bir şey söyledi. "belki hâlâ iyileşme sürecindeyim ya da hiç iyileşemedim... ama sen de şunu bil; duygularından emin olmayan biriyle asla çıkmam. çünkü bir kez daha böyle benzer bir travma yaşamak istemem."

"beni tanıyorsun, pek kimseyi kıramam ve her zaman yanında yoldaş gibiyim. o zaman benim de sana; beni tanımamışsan henüz boş ver, demem gerekmez mi?" burukça gülümserken, iç çekti derince. ilk önce sustu ve bakışlarını kaçırdı, sonra tekrar bana döndü. bu ne demekti anlamadım... sadece içimden bir ses bunun olmayacağını söylüyor.

"ablalarımıza ne diyeceğiz? hadi benim ebevynlerim yok, ablam hariç. senin uzakta da olsa var... onlara ne diyeceksin?" gözlerimi kırpıp şaşkınlıkla onu inceledim. hayır... soruyu düşünmüyorum, tamamiyle onunla ilgili bir sürü düşe kapıldım. "yani beni kabul ediyor musun?"

"aptal, başka soru sordum," dedi gülerek. ardından ne sorduğunu hatırlayıp dudaklarımı dişledim. "strese sokmamıza gerek yok kendimizi, ben hâllederim bizimkileri. ben sadece şu an senden cevap bekliyorum. bu ibne ve eteklere merak saran minho'yu kabul etmek ister misin?"

ilk başta güldü ve kafa salladı. gayet ciddi bir şekilde bakıyordum ona, gören de 'evin anahtarı nerede?' diye bir soru sordum zanneder. gayet basit bir soruydu, üstelik lâkaplarım da şaka değil... beni böyle kabul etmeli.

bir anda çenemi sıkıca tutup yakınlaşınca, korkuyla gözlerimi açıverdim. ne yapıyorsun demeden gözlerimle konuştum resmen. ilk başta ciddi şekilde olumsuzlukla kafa salladı, yani reddetmiş oluyor. sonra da güldü ve olumluca kafa salladı, kafam bayağı karıştı yani...

o kadar hızlı bir şeyler oldu ki; dudağıma kapandı, elini çekti, belimi sardı, yatağa adımladı, dudaklarını çekmeden yatağa yatırıp üzerime çıktı. hâlâ hızla öpüyor ve bir an sonunu hayal edip, sırıtmaya başladım.

öncelikle üzerimdekini durdurdum omuzlarını tutup, daha sonra dudaklarını ayırsa bile, aramıza fazlasıyla küçük bir aralık bıraktığından rahatça konuşamadım. "ne yapıyoruz?" diye sordum belirsizlikle. tamam... ilk sorum bu değildi ama ne diyeceğimi hiç bilmiyorum. "seni kabul ediyorum," dedi dudaklarıma doğru gülerek.

yemin ederim bu çocuk böyle biri değildi bence... içinden farklı biri çıktı.

"böyle mi?" istemsiz sırıtırken, kafa salladı ve saçlarımı okşadı. "beğenmedin mi? etek mi giyseydim kendimi beğendirmek için?"

"dene, yakışır belki."

"seninki kadar sırıtmaz ya..." kolları iki yanımda dikildi, iyice benden uzaklaşınca bu sefer ben boynuna kollarımı doladım. "o zamanlara tezat şu an bu konuyu ciddiye almıyorum. birlikte deneyelim diyecek kadar alıştım sana." istemsiz dışa vuran kahkahasını izleyip gülümsedim. "gülüşün çok güzel."

"şu sıralar senin sayende bunu herkes görüyor," dedi gülüşü bozulmadan önce. "öyleyse iyi ki varım," dedim ben de egolu tavırlarla. sadece gülümseyip, bir tepki veremeden dudaklarıma doğru yakınladı.

seungmin'in üzerimde durması ve şu an onun yatağında öpüşmemiz bazen gerçek dışı geliyor. fakat öyle öpüyor ki, onu hissetmemi mi istiyor bilmiyorum. diliyle dudaklarıma baskı uygulayıp, daha çok kendi tadını yayıyor. ellerim siyah saçlarında çiçeklerde gezinir gibi duruyor ve bunu sevmiştim fazlaca.

ancak hesaplayamadığımız bir şey vardı... o da ablam.

yani, ablam bizi yatakta, öpüşürken yakaladı.

-

biraz da böyle

this is how i disappearHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin