1

32 3 25
                                    

Henüz on yaşında ve aile koruyuculuğu sebebiyle savunma mekanizması geliştirmiş bir kız çocuğuydum.

Garip gelmesin ama haylaz yetiştirilmiş erkek çocuklarının sınıftaki kızları korkutmaktan keyif aldığı, toplamda 20 öğrencilik bir mevcuda sahip küçük bir sınıfta çok sakin bir öğrenciydim.
Anne şefkatinden ziyade baba disiplininde ustalaşmış, benim çok sevdiğim Ülkü öğretmendi sınıf öğretmenimiz. Öğrencilerinden gelen her şeye ayrı bir kıymet gösterirdi Ülkü öğretmen. Bir gün masasındaki vazoda duran rengarenk çiçekleri işaret edip, gün sonunda sınıfa bu çiçekleri dağatacağını söylemişti.

-Herkes gözüne bir gül kestirsin! Şimdi vazodan çıkarırsak solarlar, o yüzden eve giderken yanınıza alırsınız.

Tenefüs olunca sıradan kalkıp çaktırmadan vazoyu süzerek tahtayı silmeye gittim. Vazoda yalnızca bir tane beyaz gül vardı. Tamamı renkli onlarca gülün içinde bir tane beyaz gül. Kırmızı, sarı, pembe güllerin içinde, tam ortada sanki merkez benim diyormuş gibi göründü gözüme "o gülü istiyorum." dedim içimden. Ama vazgeçemediğim bir alışkanlığım yüzünden gülleri hızla sayınca, gül almamaya karar verdim. Sınıf mevcudu 20, güllerin sayısı ise 17 idi.

Hiçbir zaman neden bu kadar fedakâr olduğumu anlayamadım ama gerçekten başa bela bir özellik olduğunu biliyorum.
Birinin bir şeyden vazgeçmesi gerekiyorsa şartlar, gereklilikler, istek ya da başka bir şeye bakmadan hemen vazgeçmek. Fedakarlık kelimesi için şunu çok net söyleyebilirim, kendi ruhumuza eziyet etmenin adını yumuşatma çabası.

Çicek çok basit bir örnek ama çok büyük yan etkilerini de gördüm ilerleyen zamanda. Her neyse biz gülden devam edelim.

Sınıfa o gün gelmeyen iki kişi vardı, bu da sadece bir kişi almak istemezse sınıfın geri kalanına güllerin tam olarak yeteceği anlamına geliyordu. Ben, bayan fedakâr olarak bu pozisyonu hemen üstlendim ve ders bitimi (daha zil çalmadan) öğretmen gülleri dağıtmaya başlayınca, elimi kaldırıp sınıftan hemen çıktım.

-Öğretmenim ben gül almayacağım, acelem var hemen çıksam olur mu?

-Tamam, almak istemiyorsan çıkabilirsin?

-Teşekkürler. Afiyet olsun öğretmenim.

-Sana da.

Hemen çantamı toplayıp sınıftan çıktım. Uzun koridoru acelem varmış gibi hızlı adımlarla geçtikten sonra sola döndüm ve kendi ağır adımlarımla yürümeye başladım.
Binadan çıktığım zaman eve giden yolun en sevdiğim basamakları vardı önümde. Sınıfımızın olduğu binadan, oldukça eğimli ama bir o kadar da yüksek ve basamak kenarları çiçeklerle dolu tasarlanmış bir merdivenden iniyorduk aşağıya. Ben bu merdivenden inmeyi hep çok sevdim. Hızlı adımlarla sekerek aşağı ulaştıktan sonra tekrar aniden monotonlaşıyordu dünya. Olsun. İnerken yaşadığın o kısacık zaman, ilginç bir şekilde haz veriyordu bana.

Merdivenden inince yine kendi ağır adımlarımla yürürken bir ses duydum, arkamda kalan merdivenden geliyordu. Hızlı adımlarla koşarak iniyordu biri ve bana seslendi.

-Bekle!

Arkama döndüm. Gelen kişi benim sınıfımdandı, listede benden bir numara önde olan Murat. Sınıftan koşarak çıkmış belli. Nefes nefese yanımda durup yüzüme hiç bakmadan elime bakarak konuştu.

-Elini ver!

Nedenini anlayamasam da o an sormadım. Uyumlu ve itaatkar bir öğrenci olduğum gerçeğini şimdi tekrar fark ediyorum. Sınıf arkadaşıma bile bana kullandığı emir cümlesinden sonra sebep sormak yerine itaat ettim.

Elimi kaldırırken hızla benden önce davranıp bileğimi kavradı ve avucum yukarı gelecek şekilde çekti. Sonrada diğer elini yumuk bir şekilde elimin üzerine getirip elime bir şey bıraktı ve hemen elimi kapatıp hızlıca konuşup gitti.

SEVGİ-LİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin