Okuldan sonra Jessica okulun bahçesinde oturmuş Robert'ı bekliyordu. Robot projesini planlamak için birkaç sınıf toplantısı gerçekleştirmişler ve kumandayla kontrol edilen sırtında eşyalar taşıyan tekerlekli bir mini robot yapmaya karar vermişlerdi. Püf noktasıysa sandık bölmesini yukarı aşşağı kontrol ettirebilmek zorundalardı. Robert eski bir uzaktan kumanda aletini parçaladı ve robotu aktif edebilmek için gereken parçaları keşfetti.
Robert, Jessica'nın irkilmesine yol açan karton bir kutuyu masaya bıraktı. Eski uzaktan kumandasını çıkardı.
"Bayan Willoughby'a robotun üzerinde bundan ne kadar şey kullanabileceğimizi sordum. Neyi kullanıp neyi kullanamayacağımızın listesini verdi." dedi Robert, Jessica'ya kağıdı uzatarak. Bugün önü gri bir eşofmanla iliklenmiş soluk sarısı bir tişört giymişti. Jessica'nın ise tipik siyah kıyafetleri üzerindeydi.
Jessica ona uzattığı listeyi aldı. "Yerini değiştirmemiz gerekenler için yeni başka parçalar bulmalıyız."
"Evet, biliyorum. Bugün ne yapacaksın? Bayan Willoughby satın almak yerine biriktirebildiğimiz kadar hurda parçaları biriktirmemizi istiyor. Belki hurdalığa gidip ne bulabileceğimize bakabiliriz."
Jessica hızlıca bir kaç defa gözlerini kırptı. "Um..."
"Sandık bölmesi olarak kullanabileceğimiz birkaç yaylıya ihtiyacımız olduğunu biliyorum. Belki eski kablo şebekesi."
"B-ben yapamam." Tökezledi.
"Huh?" Robert hafifce kaşlarını çatarak ona baktı.
"Ben oraya gidemem. B-benim çalışmak için hastaneye gitmem gerekiyor. Unutmuşum."
Robert omuz silkti. "Oh, peki, başka bir zaman gideriz. Zamanımız var."
"Hayır." dedi çok sert bir biçimde Jessica. İçindekilerin titremeye başladığını hissedebiliyordu. Defterini çantasına koymaya başladı. "Gitmem gerek."
Robert şaşırmış bir şekilde ona baktı. "Şimdi mi? Proje üzerinde çalışacağımızı zannediyordum? Program yapmıştık. Zamanında bitirmek istiyorsak programa uymalıyız."
"Bugün olmaz. Yarın. Sen hurdalığa git, tamam mı? Bu iş benlik değil."
(Y/N: Çıldırmama az kaldı dkfsıkdjfolsd.)"Pekala. Proje için zaten, biliyorsun. Hurdalıklarda gezmeyi sevdiğimden değil. Uh, sen iyi misin?" Jessica'nın bileğini tuttu ve Jessica sokulmuş gibi sıyrıldı. "Hasta falan mı oldun? Biraz solgun görünüyorsun."
"Pek iyi hissetmiyorum."
"Eve bırakmamı ister misin? Sorun değil. Seninle gelebilirim. Belki de yalnız başına kalmamalısın."
"Hayır. Yardıma ihtiyacım yok, tamam mı? Yarın görüşürüz." Çantasını aldı ve hızlıca masadan ayrıldı. Sanki her an devrilebilecekmiş gibi baygın hissediyordu. Okul alanının dışına çıkmayı ve destek için bir ağaca yaslanmayı başardı.
Titreyen elleriyle kolyesini kaptı ve gözlerini kapattı. Nefesi ağzından hızlıca çıkıyordu.
Her şey yoluna girecek.
Her şey yoluna girecek.
Bir kaç dakika sonra Jessica nefesini yatıştırmayı başardı. Yere otururken kuru dudaklarını yaladı. Başına ne geldiğini bilmiyordu. Duygularını sakinleştirmeyi veya en azından diğerlerinden saklamayı öğrenmişti. Bu şekilde yine duygularının patlak vermesine göz yumamazdı. Bu onu hassaslaştırıyordu ve ne zaman ki hassastı düzgün düşünemezdi. Rüzgâr şiddetini artırmıştı ve saçlarını çılgınca uçuşturuyordu. Son aylarda mezarlık onun sığınağı haline gelmişti. Sessiz, huzurlu bir yer.
Mezarlığa girdiğinde sıklıkla toprağa verilen ruhlarla aşina olmak için mezar taşlarını okurdu. Kendi mezarının ve kendi taşının nasıl olacağını merak etti.
Büyük olasılıkla asla kendisine ait bir cenaze töreni yapılamayacaktı.
Mezarları gezinirken aklı Robert'a geri döndü. Daha önce bu kadar kibar ve kendine güvenen bir çocukla tanışmamıştı. Eğer kendisine izin verse ondan hoşlanmaya başlayabilirdi—öyle ki şu an bu mümkün değildi. Belki eski hayatında olsaydı gerçek bir arkadaşlığa veya daha fazlasına kendini açabilirdi.
Fakat seçim yaptığı gün tüm hepsi değişmişti.
Ve her gün bu kararını telafi etmek için elinden gelenin en iyisini yapıyordu.
En eski ve en uzaktaki aile mezar odalarına doğru yola koyuldu. Burada mezarların arasında saklı taştan yapılma siyah lekeli camları olan küçük bir türbe vardı.
Eski ve kurumuş asmalar, beyaz ağlarla yamalı bir şekilde tavanı kaplamış yapının kenarlarından sarkıyordu. Paslı kulpu kavradı ve ayağını kapının alt kısmına sahip olduğu tüm gücüyle ittirerek dayadı. Devasa kapı gıcırdayarak açıldı ve yer boyunca sürtündü. Toz parçaları güneş ışığının altında fırıl fırıl döndü. Küçük el fenerini çekip çıkardı ve içeriye adımını attı. Etrafı karanlıkla çevrilene kadar kapıyı kapattı. El fenerini açtı ve Holloway adında ölü bireylerden oluşan bir aile olduğunu farz ettiği şeyi geçerek küçük bir duvarın arkasına yürüdü. Sonra bir köşeyi dönüp taştan yapılmış küçük bir oturma alanına doğru ilerledi. Elinden geldiğince bu küçük saklanma yerinde temizleyebildiği kadar çok örümcek ağı temizlemişti. Mezarlar bir asırdan daha eski olduğundan bahçıvanlar mezarlığın bu kısmını ihmal etmişlerdi.
(Y/N: Fnaf neye dönüşmüş böyle.)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lally'nin Oyunu (Five Nights at Freddy's: Tales from the Pizzaplex #1)
TerrorDİKKAT: Bu bir çeviri kitabıdır. Kitabın orijinal hakları Scott Cawthon'a aittir. Bu sayı Five Nights at Freddy's: Tales from the Pizzaplex serisinin ilk kitabıdır. Orijinal ismi Lally's Game olarak geçmektedir. Piyasada Türkçesi bulunmadığından sab...