MUM SÖNDÜREN KÖŞKÜ

11 3 2
                                    


Tüm gecekonduların arasından bir ilkbahar kokusu yayılıyordu ve genç olmanın verdiği öz güvenle artık geç saatlere kadar oturup, geç saatlerde uyanabiliyordum. O dönemlerde genç olmanın bazı kriterleri vardır bu kriterler; bahçelerden meyve çalmakla başlar, mahalledeki yaşıtlarınla bel altı sohbetler etmek ve bisikletinle ne kadar uzaklaşabildiğin konusunda iddialar sunmakla devam ederdi. Mahallemizi bir çember olarak kabul edersek, bu çemberin birazcık uzağında Kadriye Hanımın köşkü bulunurdu. Mahalle olarak köşk diyorduk çünkü, en fazla iki katlı olan gecekonduların arasında dört katlı tek ev orasıydı ve tanışmak nasip olmadı ama hali-vakti yerinde varlıklı bir aile olduğu söylenirdi.  

Kadriye Hanım, kocası nedendir bilinmez onları terk etmiş ve tek oğlu ile bu köşkte yaşarmış, oğlu Mümtaz ise 1970 ve 1980 yıllarında iyi bir subay olarak bilinirmiş. Evlerinin çatı katı bundandır ki çokça askeri mühimmat ve bizim dönemimize ait olmayan mecmua, resim, tabak, çanak ve antika malzemelerle dolu idi. Günlerden bir gün Subay Mümtaz Bey, vatani görevini icra ederken askeriyenin içerisinde oluşan ve sebebi bilinmeyen bir olaydan dolayı şehit olur -en azından annesine söylenen bu- . Hali ile tek kalan ve 70 yaşlarında olan Kadriye Hanım üzüntüsünden daha da yardıma muhtaç hale gelir ve oğlunun vefatından ortalama birkaç ay sonra komşuların ''yahu bu kadından hiç ses gelmiyor'' merakı ile evinde ölü bulunur...

Bu olay nesiller sonra mahalle gençleri arasında dilden dile anlatıldı ve artık bu 'mahalle genci' kavramını biz karşıladığımız için bu acıklı ve paranormal olayın bayrağını biz devralmış olduk. Okuldan kaçtığımız günlerden biriydi, kapı ve pencerelerine tahtalar çakılmış, önceden pembe olan boyası dökülmüş ve büyük bahçesinde ki tüm ağaçlar büyümek yerine küçülmüş gibi kurumuş ve penceresine çakılı tahtaların arasından beyaz bir perde parçası rüzgar estikçe bize  sanki ''gel'' diyordu. Bahçesine girerken heyecandan yüreğimiz titriyor ve birazda çişimizin gelmesinden dolayı sürekli hareket ediyorduk. Camlarından biri kırılmış ve tahtalarından bazıları eksikti, bu demek oluyor ki daha önce buraya girenler olmuş ama bahçesindeki bazı kadın iç çamaşırları buraya neden gelindiğini belli ediyordu. Usulca içeri baktık ve sakinleri halen oturuyormuş ama biraz pis bir aileymiş gibi bir izlenim bırakıyordu, çünkü evin salonuna bakıyorduk ve kaliteli bir ağaçtan yapılma yemek masası ve sandalyeleri, güzel bir konsol ve üzerinde türlü biblolar, büyük bir vitrin ve içinde belli belirsiz fotoğraflar, güzel mavi kuş işlemeleriyle fincan takımları vardı. Biz o gün, o evi işgal edebilen ilk mahalle gençleriydik ve bu sırrı henüz kimse bilmiyordu her gün eve girip etrafı inceliyorduk ve inceledikçe yeni bir şey keşfediyorduk, buna çatı katında bulunan asker Mümtaz Beyin siyah ve beyaz barutları, boş ve dolu tüfek kapsülleri ve türlü mühimmatlarda dahildi.

5-6 ay kadar bir süre ve her geçen sürede artan kalabalığımız evi iyice harabeye çevirmemize yetiyordu. Ev ve evin malzemeleri ile dalga geçmeler başlamıştı örneğin; üst katlarda bulduğumuz fesli ve gayet ciddi bir beyefendinin fotoğrafını, sürekli oturduğumuz salonun duvarına, kaşlarının ortasından çakmamız ve eve her gelene ''Paşa dedeye selam ver'' diye baskı uygulamamız, evdeki porselen ve fincan setlerini birbirimize fırlatmamız bunlardan en masumlarıydı. Ama bir tuhaflık vardı akşamları eve giren arkadaşlarımız evde mum yakamadıklarını, yaktıkları mumun bir süre sonra sanki birisi üflermiş gibi söndüğünü söylemeye başladılar. ''Olur mu lan öyle şey'' ile başlayan tartışma ''birde biz deneyelim'' oldu ve bu hiç huzurlu bir his değildi. Önce fenerle girdiğimiz evin üst katlarına çıktıkça korkumuz artıyordu ve emin olun bu hiç hayırlı bir işaret değildi, belirli ritüellerimiz yapılıp, dualarımız edildikten sonra bir mum yaktık ve sönmesini bekledik... Gerçekten de sönmüştü -çünkü camlar kırıktı ve ufak bir rüzgarda sönebiliyordu- artık bu izbe evin adı aramızda ''Mum Söndüren Köşkü'' olmuştu, ta ki akşam girenlerden birinin ''zaten sönüyor''  diyerek yaktığı mumu söndürmeden evden çıkması ve bu olayın en üst katta yaşanması, yani barutların bir alt katında... Gece vakti mahallede büyük bir gümbürtü koptu ve eve uzak olanlar pek fazla umursamadı ama sabah olduğunda Mum Söndüren Köşkümüzün tahtaları kapkara olmuş ve giriş katından sonra ki kısmı sanki bir el tarafından koparılmış gibi yok olmuş. Ailelerimiz vasıtasıyla edindiğimiz ilk bilgi ''eve gece vakti giren uyuşturucu müptelaları polis gelince yakmış (?)'' dendi, ama nöbet çizelgemizde bulunan isim bunu yapanın kim olduğunu gösteriyordu bize... 

    ''Kusura bakma Kadriye teyze, senin porselenler frizbi oldu'' 

MUM SÖNDÜREN KÖŞKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin