🍁

9 3 0
                                    



Portakal kokusu bir başka olurdu kış mevsiminde. Bilmem, belki de alıştırılmış bir düşüncedir bu bendeki. Sıcak çikolatayı en çok soğuk havalarda severler, ya da limonata en çok yaza yakışır. Bunlar benim düşüncelerim değil elbette; herkesleşmiş olgular, oturtulmuş kalıplar.

Tek bir şey üzerine bu kadar derin düşünmek ve çok konuşmak sayfalarını, sana değen mürekkebi bile sıkıyordur belki. Ama böylesine saçma ve gereksiz şeyleri, yağan kar tanelerinden ve senden başka anlatacağım kimse yok.

10'una henüz basmış bir çocuğum ben, kim dinler kim cevaplar yersiz sorularımı...

Birkaç çiftlik evinin bulunduğu bir taşrada küçük bir çocuk olmak zordu. Etrafta koşuşturan çocuklar ya da neşeli sesleri olmazdı. Herkes günlük işlere, stresli günün bir an önce bitmesine odaklanmış olurdu. Sera halanın çiftlik evi de bunlardan biriydi. Yüzlerden ciddiyet akan, sessizliğin kol gezdiği son derece sıkıcı bir yerdi.

Sehun, dişlerini fırçalamayı bir önceki günden daha da uzun tutmuştu. Halası, eniştesi ve kendisinden oluşan "aile" sofrasına ne kadar geç oturursa o kadar yararına olurdu. Diş macununun naneli tadı dilinden boğazına süzülüp acılığını iyice yayınca ve alt katta sevgili Sera halanın onu çağıran sesi duyulunca kendini oyalamanın pek anlamda faydasız olduğuna kanaat getirmişti.

Aynayı görebilmek için parmak uçlarına tüneyişi yüzüne çarptığı bir avuç su ile sonlanmıştı. Hızla yatak odasına girip, üzerine beyaz pamuklu bir kazak onun da üzerine geçirdiği turuncu kadife tulum ile aynadan süzdü kendini. Siyah kısa saçlarına nemli elleri ile şekil verdi. Aynada kalan bakışları ona hep aynı günü aynı anıyı anımsatırdı. Annesinin öfkeli ve kırgın bakışlarını.

İkinci bir seslenişin ardından odasından çıkarak 18 basamaklı merdivene yöneldi. Evet, saymıştı. Tam tamına 18 basamak. Yine gereksiz ve saçma sorulardan biri olan, 'neden 20 değil de 18' demişti kendi kendine.

Çok geçmeden masadaki yerini almıştı. Sera halanın yüzündeki memnuniyetsiz ifade, bu eve geldiğinden bu yana bir kere bile gülmeyen ince dudakları, Sehun'un mutsuz suretinin sebeplerinden biriydi.

"Bizim bugün şehirde halletmemiz gereken bazı işler var." Sera hala tabağındaki jambonu kesmeye çalışırken yüzüne bakmadan konuşmuştu. "İngilizce öğretmenin bay Doh bugün gelmeyecek, biz dönene kadar uslu dursan iyi olur."

Sera hala ve eşi kahvaltının geri kalanında sessizliklerini korumuş, aynı sessizlik ile masadan kalkmışlardı. Sehun, tabağına aldığı iki çeri domates ve üç top peyniri dahi bitirmeden büyük bir iştahsızlık ile onları taklit etmişti.

Zamanla daha iyi anlamıştım. Muhtaç olmak, yalvarmaktan daha acı vericiydi. Yalvarmak, ihtiyacını haykırmaktı. Muhtaç olmak ise sessizce verileni kabul etmekti. Ben o an binbir çeşit bir kahvaltıya değil, sevgiye açtım. Ve bu açlığım hiç geçmeyecekti...

Suyun kaynadığını belli eden tiz ses ile camdan dışarı izleyen bakışları ocak üzerindeki çaydanlığa çevrildi. Su buharı yukarı doğru süzülüp opaklaşarak kayboluyordu. Tıpkı, çizdiği evlerin bacaklarındaki dumanlar gibi. Biraz sonra evin çalışanlarında biri olan Minmin alalede bir aceleyle mutfağa girip çaydanlığın altını kapattı. Gerçek adının Minmin olmadığını herkes bilirdi. O kadar uzun süredir ona öyle seslenilirdi ki onun bile adını unuttuğunu düşünürdü bazen. Yüzündeki bezmiş ifade çok netti. Belki de dingin bir su iken kaynama noktasına varmıştı o da kendince.

"Ne bakıyorsun, ayı mı oynuyor?"

"Ben sana ayı demedim."

Göz devirdi. "Salak mısın yoksa zeki mi, çözemedim."

Ağacın Gölgesinde // hunho Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin