UYARI !!! İntahar edecek bir kızın son gününü okuyacaksınız. Kızın düşünceleri saçma gelebilir ama ölmek isteyen birinin psikolojisini hayal edin. Ben yazarken sinir krizi geçirdim "Kızım böyle düşünülür mü" diye. Neyse İyi okumalar canlarımm. (Bu arada kız ölmeyecek yoksa kitap biter jsksk)
SADECE BU BÖLÜM VAR. İSTEK OLURSA DEVAM EDER.
🥀 🥀
Bir fidan düşünün. Bu fidanın size meyve vermesi için ona iyi bakmanız gerekir. Siz fidana yeterli can suyunu vermezseniz yada fidanı hapsedip güneşinden ayırırsanız, o fidan adeta 'Ben iyi değilim, hastayım, yardım et! ' dercesine başını eğer, solar ve kurur. Bu sessiz çığlıklara karşı hangi insan acımaz? Hangi insan merhamet etmez? Birkaç damla su vermeyi neden esirger? Esirgediler, o canlıya karşı kör oldular, çığlıklarını duymadılar. Oysaki o fidanın tek yaptığı şey insanlara fayda sağlamaktı. Havayı temizlemesi, toprağa faydası ve daha nicesi...
Bende bu fidan gibi ömrümü insanlara faydam olsun diye geçirdim. Onlar mutlu olsun, eğlensin diye hep dik durdum. Gülümsedim, sadece gülümsedim. Fidan gibi başımı eğmiştim, ağlamıştım ama ağlamak neydi ki, ben ağlamayı hak ediyor muydum? Benim acım küçüktü, diğer insanlar neler neler yaşıyordu. Ben ağlarsam dalga geçerlerdi, kendini acındırıyor derlerdi. Benim gün ışığım yoktu, benim can suyum yoktu. Daha ne olmalıydı? Sesimi duymaları için daha ne yapmalıydım? Ben cevabını buldum, belkide bu diyardan ayrılmalıydım. Zaten yapraklarımı dökmüştüm, bana yardım edip tekrardan yeşermem çin çabalayan yoktu. Yavaş yavaş solmuştum ve şimdide tamamen yok olucaktım. Bugün benim son günüm olucaktı. Gülümsedim ama bu sefer zorla değil gerçekten mutlu olduğum için. Her şey bitecekti, kurtulucaktım. Tabi ölmek o kadar kolay değildi neler olacağını zaman gösterecekti.
Karnımdan gelen gurultuyla, ayaklandım. Her sabah olduğu gibi bugünde evde yalnızdım. Mutfağa doğru ilerlerken, gözüm kapısı aralık olan odaya ilişti. Burası bir zamanlar annem ve babamın odasıydı. Kapıyı itekleyip odaya girdim. Ne kadar zaman geçmişti bu odaya girmeyeli, haftalar hatta belkide aylar olmuştu. Kapının hemen karşısında asılı bir tablo vardı. Bu aile fotoğrafımızdı. Annemin bana hamile olduğu dönemde çekilmişti. Annem kameraya bakıp gülümsüyor, yanında duran babam da annemin yüzüne bakıp gülümsüyordu. Ne kadar da mutlu bir aile fotoğrafı! Nice aile var; kahkahalarla dolu videolarını, fotoğraflarını paylaşıyorlar ama gerçekten öyleler mi? Hiç mi üzülmüyorlar, hiç mi ağlamıyorlar? Hep mutlu olmak mümkün mü? Cebimdeki telefonumu elime alıp sosyal medyaya bakındım. Kimi elinde kahvesiyle, kimi dolu dolu bir kahvaltı tabağıyla "günaydın" paylaşımı yapmış. Bu enerjiyi, bu motivasyonu nasıl buluyorlar? Hayatı iğrenç olan sadece ben miyim? Derince iç çektim ve telefonumu kapatıp mutfağa gittim.
Tek lokma yiyecek halim yoktu. Keşke tüm gün sadece uyuyabilseydim ama sadece bir günüm vardı, katlanmam gereken bir gün. Normalde kahvaltı etmezdim. Bir kaç lokma ekmek ve biraz peynir, zeytinle açlığımı bastırırdım. Bugün ilk defa içimde bir umut vardı, belkide bitmişliğin verdiği huzur. Bu huzurun verdiği enerjiyle çok özenmesemde kendime pankek pişirdim. Belki sizin için çok kolay bir şey ama benim için çok büyük bir durum.Daha önce ailem için nice kahvaltı sofraları hazırlamıştım fakat yemezdim. ilk defa kendime özel bir tabak duruyordu önümde. Yavaş yavaş yedim kahvaltımı. Yarım saatte anca bitirebilmişti k iki lokma yiyeceği. Son günümde her anın zevkini almak istiyordum. Daha fazla oyalanmadan kıyafetlerimi değiştirip dış kapıya yöneldim. Kapıyı açmamla, binadaki kedi eve dalıverdi. Bu Tosi'ydi. Sokaktaki canlardan biriydi. Onunda benim gibi kimsesi yoktu. Aslında ev kedisiydi ama ailesi onu sokağa atmıştı. Tosi nin peşinden gidip kucağıma aldım. "Seni eve alırsam ikimiz birden sokağa atılırız Tosi'cim. Gerçi ben artık bu eve gelemicem..." Sahi ben ölürsem bu hayvana kim bakacaktı. Sahiplendirsem iyi olurdu.
Tosi' yle birlikte evden çıktım. Ayakkabılarımı giyerken karşı komşum Sıla teyze kapısını açtı. "Şu kediyi şımartıp durma binayı pisletiyor bir daha görürsem keserim o ayaklarını." hiç yüzüne bakmadan kediyi alıp binadan çıktım. Bakkalın önüne geldiğimde kediyi yere bırakıp bakkala girdim. Bir adet yaş mama alıp çıktım. Tosi bıraktığım yerde değildi, etrafıma baktığımda yolun biraz ilerisinde bir insanın bacaklarına sürtünüyordu. Ardından yabancı eğilip yere mama döktü. Tosi iştahla yemeye başladı. Neden kendimi özel hissetmiştim ki? Ben olmadan da Tosi hayatta kalabilirdi. Elimdeki mamaya bakıp iç çektim ve kaldırımın kenarına döktüm. Belki başka bir hayvan nasiplenirdi mamadan. Telefonumdan titreşim gelmesiyle, elimi cebime attıp telefonu çıkardım. Arayan okuldan arkadaşımdı. Bugün derslere gitmemiştim, zaten ölecektim sadece bir günümü kendime ayıracaktım. Aramayı yanıtlayıp kulağıma götürdüm.
"Filiz, neden gelmedin derse? Kim bana notları vericek. Senin yüzünden notlarım kötü gelirse var ya! Off ." Benim yüzümden... Evet, ben ne kadar insanları memnun etmek için çabalasamda döner dolaşır yine benim yüzümden kötü bir durum olurdu. Bu güne kadar hiç devamsızlık yapmamıştım, her dersi özenle dinleyip notlarımı her isteyene vermiştim. Onlar da derse katılmayıp gezer tozar, akşam da benden notları isterlerdi. Neden gelmediğimi önemseyen yoktu.
"Maalesef öyle oldu. Ayrıca artık sana not veremiyeceğim. Uzun bir süre derslerde yokum. İyi günler!" diyip telefonu kapattım. İlk defa birinin yüzüne telefon kapatmıştım, beni azarlamasına izin vermemiştim. Normalde her bir hareketimin onayını beklerdim. Memnun etmeliydim insanları, beni sevmeliydiler. Bazen düşününce inanılmaz saçma geliyor "Kendi istediklerini yap Filiz" diyorum ama olmuyor. Basit bir konuşmayı bile kafama takıyorum. Acaba yanlış anladı mı, çok mu konuştum? Bu sorular uzar gider...
Daha önce hiç kendi başıma gezmemiştim. Sahile gidecektim ama hangi toplu taşıma götürüyor bilmiyordum ki? Pahalı da olsa bir taksi bulup bindim. Denizi son kez görmek, sahilin kokusunu son kez içime çekecektim. Sahile gelince ayakkabılarımı çıkarıp ayaklarımı suyun derin maviliğine bıraktım. Gözlerimi kapatıp dalgaların sesine odaklandım. Derince nefes aldım. Aslında yalnız başına güzeldi hayat, beni darlayan biri yoktu yanımda. Belkide ölmemek için kendimce saçma sebepler üretiyorumdur. Bende o güç yoktu ki. Her şeyi geride bırakıp yeni bir hayat kuramazdım.
Havanın kararmasına yakın sahilden ayrıldım. Bir restorana gidip bunca zaman yemek istediğim her şeyi sipariş ettim. Garsonlar ve müşteriler değişik bakışlar atsada önemsememeye çalıştım. Yemeğimi güzelce süpürüp artık son durağıma gitmek üzere taksiye bindim. Pek kimsenin olmadığı bir dağlık alana gittim. Yamaçtan atlayacaktım... Uzunca bir süre sonra taksi durdu. Şoför bana dönüp baktı, 30'lu yaşlarında bir adamdı, daracık bir gömleği, simsiyah gözleri ve top bir sakalı vardı. Hırıltılı sesiyle, "Buralarda kimse yok, hemde akşam oldu. Ne yapacaksın?" dedi. Ne cevap verecektim ki? İntahar edicem diyemezdim ya. "Önemli değil, iyi günler!" diyip taksiden inip yürümeye başladım. Arkamdan duyduğum kapı sesiyle geriye döndüm. Taksici bana doğru geliyordu. "Bir sorun mu var? Paranızı verdim." dedim. Sorun para değilmiş zaten, sorun benmişim. Bir insan intahar edeceği günde daha kötü ne yaşayabilirdi ki? Taciz...
Bir eliyle sıkıca ellerimi tutmuştu, hareket edemiyordum. Diğer eliyle de bana dokunmaya çalışıyordu. Gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı. Son çare geri geri adımlamaya çalışırken ayağım bir taşa takılıp yere düştüm. Bir dakika taş mı? Yerdeki taşı kavrayıp bir kuvvetle kafasına geçirdim. Yere düşmüştü, başından kanlar akıyordu. Tacizden kurtulmuştum ama şimdi de katil mi olucaktım. Hayır, hayır...
Koşarak uçurumun başına geldim ve kendimi bıraktım. O korkuyla zaten gözlerim kapanmıştı. Son hatırladığımsa bir elin elimi kavrayıp beni uçurumun başından kurtarmasıydı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOLMUŞ BİR FİDAN
General FictionBir fidan düşünün. Bu fidanın size meyve vermesi için ona iyi bakmanız gerekir. Siz fidana yeterli can suyunu vermezseniz yada fidanı hapsedip güneşinden ayırırsanız, o fidan adeta 'Ben iyi değilim, hastayım, yardım et! ' dercesine başını eğer, sola...