''Özcanın Çocukluğu, 4 Ekim 1997''
Özcan, zor bir çocukluk geçirdi, hayata 10 Temmuz 1986'da gözlerini açtı. Onun için hayat genelde hep bir pencere arkasından oldu. Küçük yaşta anne ve babasını kaybeden Özcan, daha küçük yaşta Ankara'da ufak bir yetimhaneye götürülen Özcan için daha hayat o zaman kapamıştı kapılarını, hayatı çoğu zaman ufak tozlu bir pencere arkasından diğer aileleri ve onların çocuklarının mutluluğu izlemek ile geçirdi. Yedi yaşında kitaplara ilgi ve merak duyan özcan, daha o yaşta yetimhane görevlilerinden kitaplar okumak istiyordu, içinde bir meslek doğmuştu daha o yaştan, yazar olabilmek. Onun için yazar olabilmek kahraman olabilmek ile aynı şeydi o yaşta. Yetimhane görevlileri Özcan ile dalga geçerlerdi, kendisine yapılan baskı ve bu dalga geçmelere daha fazla katlanamayan Özcan on bir yaşına geldiğinde kaçtı yetimhaneden. İlk kaçtığı gece, işte o gece hayatın pembe olmayan tarafı ile tanıştı o yaşta. Üstünde biraz yırtık, örülmüş güzel ince bir palto vardı. Bir sonbahar gecesiydi ve hava soğuktu. Özcan o çocuk yaşta insanların sevimsiz ve sahte gülüşlerine tanık etti. Cebinde beş kuruş parası yoktu. İnsanlar ona üstünde ki kıyafetlerden dolayı insanlar ona dilenci bir çocuk gözü ile bakıyordu. Özcanın tek çaresi insanlardan para dilenmekti tabii. Geceyi geçirebilmek için başka çaresi yoktu. Bir kaç insandan toplam üç lira otuz beş kuruş topladıktan sonra bir çorbacı dükkanına gitti. Çorbacı dükkanının sahibi onu dilenci diye dükkandan kovdu. Özcan bu olanlara anlam veremiyordu, neden insanlar böyle yapıyordu? Oysa ki onun yüzü gayet güzeldi. Beyaza yakın bir ten, mavi gözleri vardı, saçları dalgalı ve kumraldı. İnsanlar sırf üstünde ki kıyafet yüzünden onunla alay ediyor, çoğu zaman kovuyordu. Özcan'ın cebinde para olmasına rağmen o gece yemek yiyemedi. Geceyi sahil kenarı bir bankta geçiren Özcan çok üşümüştü. Gece bir türlü uyuyamamıştı. Sabahın ilk aydınlanan ışıkları ve güneşin ilk o küçük kısmını gösterdiği vakit Özcan uyandı. Adeta donmuştu ve karnı çok açtı. Dükkanlar onu sürekli kovduğu için sahil kenarında bir simitçiden simit ve ayran aldı. Bütün parasını ona vermişti. Fakat sadece bir simit ve ayran onun açlığını geçiremezdi. Mecbur insanlardan yemek için para dilenmeye devam etti. Biraz para topladıktan sonra kendi hayat mücadelesini vereceği ilk gündü onun için. Bakkaldan mendil aldıktan sonra mendil satmaya başladı. Yeri geldi trafikte insanları rahatsız ettiği için dövüldü, paraları çalındı. Hayat neden ona bu kadar ağır davranıyordu, o da çözemiyordu. Topladığı ilk fazla para ile kendisine bir kitap aldı. Victor hugonun şaheser olan kitabı Sefilleri almıştı. O kitabı bir yandan okuyarak, bir yandan çocukluğunu geçirmeye çalışıyordu. İnsanların sahte gülüşlerini ve sevimsiz hallerini daha iyi anlıyordu zaman geçtikçe. İçinde ki karamsarlık ve anne baba sevgisizliği kendini belli etmişti bile. Park'a gidip mutlu aile tablolarını izliyordu. Gerçi öyle görünen mutlu tablolar ne kadar mutludur orasını bilemeyiz. Özcan ve Hayatın karşılaşması çok çekişmeli başlamıştı. Hayat maç başlar başlamaz ona vurdukça vuruyordu. Sürekli düşünürdü kendi kendine, ''Neden beni buldu? Bunca talihsizlik, bunca acı. Ben ne yaptım ki? Günahım nedir?'' derdi kendi kendine. Ama, acılarla yaşamayı öğrenmesi gerekiyordu. Yalnızlık adeta onu deli ediyordu.''
''Özcan Şen ve Ali Kargının Tanışmasının ardından hayat.''
Günlerden bir gün, 4 şubat 2003 akşamında Özcan yine bir sokakta yürüyordu. Havalar hala ısınmamıştı ve bu altı yılda çok şey değişmişti. Ülke gündemi, hayat ve gidişat. Mobilyacılar, meyhaneler, evler. Hepsi sanki sürekli yenileniyordu, özellikle bu altı yılda Özcan'ın hayatı da değişmişti. On üç yaşında mecbur olarak fabrika da çalışan özcan parasını çıkarmış ve bir odalı, bu arada oda ve mutfak aynı yerde. Bir tuvaleti olan ve ufak bir banyosu olan, tuğlası çok sağlam olmayan, eski ama loş sarı bir evde oturuyor ve buraya her ay yüz lira kira veriyordu. Özcan on sekiz yaşına gelmiş ve hayatın zorluklarını görmüştü. Bu altı sene içinde bir çok kişiyle inandığı ama aslında sahte olan arkadaşlık kurdu. Tek başına hayatını buralara kadar getirmişti Özcan, kazandığı paralar ile oturduğu evinin odasına ufak bir kitaplık yapmıştı. Onun için çok özel bir kitaplıktı. İçinde muhteşem şairler ve yazarlar vardı. Sefiller, Suç Ve Ceza, Küçük Prens, evet küçük prens. Atatürk'ün nutuk kitabı ve daha nicesi. Özcan kitaplarda tek bir konuya bağımlı değildi, her türden kitabı okumayı ve anlamayı seferdi. Felsefik kitaplar, tarih kitapları, aşk romanları, Edebiyat kitapları, bilimsel kurgular, mitoloji kitapları, din üzerine kitaplar. Hepsi vardı kitaplığında. Özcan her zaman sürekli farklı konuları araştırmayı seven ve bunları öğrenmek isteyen bir yapıya sahipti. Çocukken yaşadığı travmalar ve anne baba sevgisizliğine rağmen dik durmayı başarabilen nadir insanlardı. Kafasında ki düşünceler hiç bir zaman gitmemişti, hala kendi kendine ''Bunca şeyi yaşayacak ne yapmış olabilirim ki?'' diyip duruyordu. Komşusu olan halide hanım onu pek severdi. Tabii bu sevgi gerçekten sevgi miydi yoksa samimiyetsiz gösteriş amaçlı sahte bir sevgi miydi onu kimse bilemez. Her neyse, 4 şubat 2003 Akşamı, özcan yaşı gereği ve artık sürekli isteği ile bir meyhaneye gitti. Gittiği meyhane Ankara şehrinin ufak ama hoş diyebileceğimiz meyhanesiydi. Tahtadan güzel bir hava veren masaları vardı. İçeride tam bir meyhaneye yakışır loş bir lamba vardı. Özcan masaya oturdu ve iki bardak bira içti. Her ne kadar ergenliğinde içmeyi ve sarhoş olmayı çok merak etse de, hiç bir zaman kör kütük içmedi ve sarhoş olmadı. Onun için sadece bu bir meraktı. İlaç gibi bir şeydi. Meyhane de çalan arabesk müzik ve üstüne 2 bardak bira onu rahatlatıyordu. Sigara çok nadir içerdi, gerçi bu yaşananlardan sonra onu neden sigara içiyor veya neden alkol alıyor diye sorgulamamak lazım diye düşünüyorum. Özcan, meyhane'den çıktı ve her gece yürüdüğü, seramiğini ve kaldırımlarını beğendiği o nadir sokaklardan birinde yürüyordu. Yolunda ilerlerken karşıdan biri geliyordu, kendisine gelen kişiden alkol kokusu beş metre öteden alınabilecek kadar yüksekti. Gelen kişi sallana sallana geliyordu, Özcan yolunu çevirmek istese de tek gidebilecek başka yolu yoktu. Gelen kişi onun omzuna çarptı ve sallandı. Ve sonrasında o alkollü ağızdan çıkan koku ve yamuk bir ağız dili; ''Çok pardon abicim, istemeden.. istemeden oldu'' Özcan kafasını çevirdi ve; Sıkıntı yok birader de, neden bu kadar içtin?'' dedi. Sarhoş kişi alkolün verdiği dopamin etkisiyle gülerek; ''Ya ben içsem ne olur içmesem ne olur? Ben batmışım, ne anlamı var içip içmişim?'' dedi. Özcan ufak bir sırıtma ile ''Hayırdır ne oldu?'' dedikten sonra kendisini içten sorguladı; ''Lan oğlum manyak mısın Özcan? Gece gece sarhoşun teki ile şimdi niye böyle bir diyaloğa girdin? Gitsene evine işte, kafana sıçayım senin'' dedi kendi kendine. Sarhoş adam bunu duyduktan sonra elini alıp göğsüne vurduktan sonra nefes alarak konuşmaya başladı; ''Derdim var, anlatamıyorum, param var pulum var, Ama bu derdim bitmiyor be'' dedi hüzün ve alkolün sonucunda ortaya çıkan o bakış ile birlikte. Özcan bunu duyunca dayanamadı ve; ''Derdin o kadar mı büyük? Seni kör kütük sarhoş edebilecek kadar mı Derdin?'' dedi ve lafı kesmeden devam etti; ''Bak benim de derdim var, benim de derdim benim başımdan aşkın, ben de kimseye anlatamıyorum, ben de acı çekiyorum ama senin gibi kör kütük sarhoş olmuyorum, hep içimde bir merak var ama hiç bir zaman yapmadım'' dedi. Sarhoş adam bunu duyduktan sonra aynı şekilde ufak bir sırıtma ile konuşmaya başladı ''Baban sana hiç senin gibi oğlum olmaz olsun demiş miydi he?'' dedi. Özcan bunu duyduktan sonra gözlerini kapadı, işte bu söz onun içini yakmıştı adeta. Derin bir nefes aldıktan sonra söylediği tek söz, Sarhoşu bile ayık etmişti; ''Biliyor musun, keşke bana bunu diyebilecek bir babam olsaydı bu hayatta.'' dedi ve içini yakan bu söz ile daha fazla baş edemeyeceğini anlayıp yürümeye başladı. Bu sözünden sonra Sarhoş gözleri patladı ve Özcanın arkasından trafik polisi gibi bağırdı; ''Dur!'' dedi. Özcan dayanamayıp kafasını çevirdi ve; ''Ne oldu?'' dedi. Sarhoş yanına sallana sallana yaklaşıp konuşmaya başladı; ''Benim, benim adım Ali Kargı, senin adın nedir? Gel tanışalım'' dedi. Özcan orada beş saniyeliğine durdu, kafasında çok hızlı düşünceler kurmaya başladı. ''Bu kim ki ben bununla tanışıyorum? Acaba güvenilir mi? İyi bir arkadaş olabilir mi?'' diye kafasının içinde binlerce dönen düşünce oluştu kısacık sürede. Ve en sonunda kabul etti ve derin bir nefes alarak; ''Ben de Özcan Şen, Memnun oldum'' dedi. Daha sonrasında sohbet ve muhabbet etmeye başladılar. Birbirlerine ne yaşadıklarını anlattıklar, olaylar Özcanın tahmini gibi gitmemişti, Ali Kargının da hayatı pek kolay değildi. Sürekli ailesi tarafından şiddete maruz kalmış ve alkolik bir babanın acısını çekmişti ve hala çekmeye devam ediyordu. Ali Kargı, 19 yaşında bir gençti, güzel bir teni, siyah düz saçları vardı. Onunda çocukluğu zor geçmişti. Her ne kadar Özcan gibi olmasa da, o da aslında Ailesi olupta bir aile gibi olamayanlardandı. Şans ve Mutluluk ile doğan, ama o şans ve mutluluğa tutunamayanlardandı. Hayattan sıkılmış bir yapısı vardı. Felsefe, edebiyat gibi şeyleri sevmezdi. Ayrıca deist bir inanca sahipti. Özcan ise daha çok agnostizm düşüncesine yakındı. İkisinin ideolojileri çok farklıydı. Ali Kargının şiddet görmesinin sebepleri çoğu zaman sadece babası alkolik olduğu için değil, Alinin de inandığı inancı, düşünceleri ve sevdiği şeylerden dolayıydı. Ali daha çok kitap okumak yerine yazmayı seviyordu, sürekli günlük tutar ve acılarını, anılarını oraya yazardı. Ayrıca şiir ve özlü sözler yazmaya bayılırdı. Örneğin; ''Yalnızlık madem ki bu zamana kadar yanımızdaydı, neden bize hep kötü tarafını gösterdi?'' gibisinden. Özcan ise yazmaktan çok kitapları okumayı severdi. Ali sürekli zorbalığa uğrardı çocukken. Okula bir tarafları şiş gitmekten bıkmıştı ve sınıf arkadaşları onunla dalga geçerdi sürekli. Ezik çocuk, yalnız çocuk diye. İşte bu ikilinin tanışması böyle yaşandı. Özcan, Ali Kargıyı evine davet etti ve bütün gece dertleşip konuştular, muhabbet ettiler. Artık ikisi bir dosttu. İkisi de hayatın toz pembe olmayan tarafını çocuk yaşta yaşamıştı. İkisi de mutluluğa tutunmak isteyen ama tutunamayan, bir ümit ile yaşayan ama o ümide hiç bir zaman kavuşamayandı. Özcan ilk defa birine bu kadar güvenmiş ve inanmıştı. Birlikte vakitler geçirmeye başlamışlardı. Her akşam belirledikleri ve onlar için özel bir meyhane'de toplanır ve sohbetler ederlerdi. Bu dostluk git gide güçleniyordu onlar için.
Evet Dostlarım, Yeni Kitabımın İlk bölümünü umarım beğenmişsinizdir. Aklıma farklı bir ilham geldi ve aksiyon macera yerine daha çok hayat üzerine roman yazmak istiyorum ve bu yola çıkıyorum. Bu ilk bölümümü biraz kısa tutuyorum. Diğer gelecek olan bölümleri en az 2000 kelimenin üstünde tutmak istiyorum çünkü biraz daha ağır bir dil yazmak istiyorum. Sizlere de bir sorum olacak, Sizce İhanetin Affı olabilir mi, çok büyük bir bedeli bile olsa, İhanet affedilir mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İHANET
General FictionYetimhane de büyüyen bir adam, Aile şiddeti gören başka bir adam. Ve bir kadın.. Birbirlerine koşulsuz güvenen iki sağlam dost, birinde hırçın bir kalem, diğerinde dolu bir kitap. Farklı görüşler, farklı ideolojiler, tek birlik. En fazla neler olabi...