''Bana bir şiir yaz hayat. Bana bir şiir yaz huzur. Bana bir şiir yaz keder. Bana öyle bir şiir yaz ki, tutulu kalayım sözlerine, kör olayım o güzel gözlere. Bana bir şiir yaz ki, yollarını arayayım penceremden, huzurla dolsun aşık olayım sana kalbimden.''
Naçizane bir akşam yemeğinin ardından Özcan ve Melis birbirlerine karşı aşk denilen hissi aldılar ufaktan. Özcan o akşam ilk defa o kaldırım taşlarında mutluluk sigarasını yakarak yürümüştü. Melis ise o sahil kenarında ilk defa gülerek geçmişti o dalga sesleri ile birlikte. Özcan o gece o yemekten başka hiç bir şeyi düşünemedi. Al işte şimdi yandık. Umarım gözler de kör olmaz. Artık girdin o karanlığa bir kere Özcan. Kaçışın yok. Keşke Ali burada olsaydı da hizaya çekseydi seni. Laf dinlemiyorsun ki. Şimdi hislerin, duyguların ve düşüncelerin değişecek. Buna hazır değilsin henüz. Ama sen illa ki ne olacak diyorsun ve böyle tehlikeli oyunlara giriyorsun. Hiç mi ders almadın Oğuz Atayın tehlikeli oyunlar kitabından? Bak onu kaç kere okudun. Ama nerde dinleyeceksin ki laf. Şimdi her şey daha farklı olacak. Artık etrafa baktığın da onu hissedecek, onu özleyeceksin. Gözlerini, belki de o masum gülüşünü özleyeceksin, belki de o ilk yenen akşam yemeği hayatından ve zihninden asla ayrılmayacak. Hep kısa aralıklarla o yemeği düşünüp mutlu olacaksın, ümitleneceksin. Belki de o sokaklarda aynı hisle yürümeyeceksin. Şimdi kızıyorsun bana, çok fazla felsefe yaptın diye belki ama ileride bu dediklerimin kıymetini anlayacaksın. Ama iş işten geçmiş olacak. Her neyse. Artık olan oldu, olacaklara bakacağız.
Özcan sabah kendisine uzun süreden sonra kahve yaparak uyandı. Uyuyamıyor normalde geceleri. Kahveyi de pek sevmez. Ama bu gece hiç uyuyamadığı için insaniyetinden ödün vermeyerek bir kahve yaptı ve sigarasını yakarak içti. Şu gelinen son noktaya bak. Artık güne kahve ve sigara ile başlıyor. Çok mu baş ağrısı çekiyor anlamsız. Hadi bu gün geçti diyelim, peki ya akşam olduğunda, yıldızlar gökyüzüne çıktığında, ay parlamaya başladığında ne olacak? Yine mi aynı duruma düşeceğiz. Hayır hayır bunu kabul edemem. Özcan'ın içinde ki huzur ve bu enerji ilk defa görülüyordu. Siyah düğmeli paltosunu giyerek dışarı çıktı. Ve bu gün ilk defa dışarı da kahvaltı yapacaktı. Yıllar sonra ilk defa yapacaktı bunu. Gerçi cebinde sadece yirmi lirası vardı. Bu ona tatlı ve ucuz bir kahvaltı için gayet yeterdi. Sahil kenarında oturmuştu. Ayrıca evden çıkarken Oğuz Atayın tehlikeli oyunlar kitabını da yanına almıştı. Onu yeniden okumaya başlamıştı. Esnaftan bir ayran ve bir simit isteyerek ağır ve yavaş şekilde simiti yemeye başladı. Normalde böyle sıradanlaşmış şeyleri sevmezdi. Hiç bir zaman alışamadı. Etrafına bakıyordu. Sahilde el ele tutuşup yürüyen gençlere, bir yerlere sanki dünyanın sonuymuş gibi yetişmeye çalışan insanlara bakıyordu. Gökyüzüne güneşin yavaş yavaş ortaya çıktığına bakıyordu. Hayat uzun süreden sonra ona ilk defa böyle huzurlu gelmişti. Özlemişti bir yandan, Aliyi özlemişti. Uzun süreden sonra onun yokluğunu tekrar hissetti. Artık geri dönmesi gerekiyordu. Bu kadar gelişme ve olayı kesinlikle Ali ile konuşması lazımdı. Bu iş böyle gitmezdi. Onunla dertleşecek, konuşacak çok şeyi vardı. Uzak kalmak ona iyi gelmiyordu. Bu derinlerde ki özlem hissi giderek artmaya devam ediyordu.
Melis aynı özlemle kalkmıştı yatağından. Ama o yine de çok güzel bir uyku çekmişti. Huzurla çıktı evinden ve çıkmadan önce annesinin ona seslenişi duydu ama pek aldırış etmedi. Bunun neden böyle olduğu açıklığa kavuşacak. Melis, Özcan'ın aksine daha hareketli bir mahalle de oturuyordu. Sokaklarında çocukların top koşturduğu, elbise dükkanlarının, kıraathanenin olduğu, insanların daha mutlu olduğu bir mahalledeydi. Ama bu Özlemin de aynı mutluluğu hissediyor anlamına gelemezdi. Çünkü Özlem, bu tekrarlanan döngüyü çok iyi biliyordu. Sürekli insanoğlunun kendisini bir yerde tekrar edişini çok iyi biliyor ve bundan sıkılıyordu. O yüzden her mahalleye indiğinde kulaklığını takıyor ve kendisini bu tekrar eden döngüden uzak tutuyordu. Bu aslında onun için iyi bir durumdu. En azından biraz olsun bu sıradanlıktan kendini saf dışı tutmayı başarmıştı. Dinlediği her müzik ona bir melodi gibiydi, toplumdan kendini arındırmak işte buna denirdi onun için. Ama bir gariplik vardı. Dinlediği her müzik, her söz ona Özcan'ı hatırlatıyordu. Bu çok saçmaydı. Bu kadar kısa bir zamanda bile böyle şeylerde aklına Özcan geliyordu. Aşk elektriği sanki biraz fazla alınmış gibiydi. Sokakta yürürken müzikler dinliyor ama bir diğer tarafından da aklı hep o akşam yemeğindeydi. Çünkü ona da aynı şekilde çok uzun zaman sonra bir mutluluk ve huzur gelmişti. Aynı duygular, aynı hisler birbirine doğru çekiliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İHANET
Fiksi UmumYetimhane de büyüyen bir adam, Aile şiddeti gören başka bir adam. Ve bir kadın.. Birbirlerine koşulsuz güvenen iki sağlam dost, birinde hırçın bir kalem, diğerinde dolu bir kitap. Farklı görüşler, farklı ideolojiler, tek birlik. En fazla neler olabi...