Drooping shoulders, wet clothes
Bazen düşünürüm tüm bunlar bir rüya mı diye. Eğer öyleyse uyanmak ister miyim emin değilim. Sanırım bu, yaşananların kaçının rüya olduğuna göre değişkenlik gösterecek bir karar. Şayet benim araftaki yolculuğumsa rüya olan ve döneceksem Minho'nun oksijenini solumadığı bir dünyaya, o zaman istemem bu rüyadan uyanmak. Bu başı ve sonu olmayan, kendini tekrar edip duran rüyayı görmeyi yeğlerim Minho'nun toprağın altında oluşu gerçeğine. Bırakın uykum sonsuzluğa evrilsin, ölüme dek sürsün. Şayet tüm bu yaşananlar bir rüya ise ve biz hala altı yaşındaysak o zaman çabuk çıkış yolunu gösterin bana bu cehennemden! İşte o zaman dayanamam yaşadığım bu çileden kurtulamadığım tek bir saniyeye. Güneş doğsun, gözümü acıtsın, annem gelsin, beni uyandırsın isterim hemen, hem de hemen.
Ancak görünen o ki sayın okuyucular, sorumuz cevapsız kalıyor. Bir rüyada mıyım? O zaman gerçek hangisi? Nemli toprak ayağımın altında hala. Gerçek mi tüm bunlar?
Minho'yu özlüyorum. Sadece varlığından haberdar olmanın verdiği hissi bile özledim. Hic görmesem de olur onu, hiç duymasam da, sadece yaşadığını bilsem olur. Sanki o zaman bile diner özlemim, son bulur acım. Ama bilemiyorum hangisi gerçek. Hiç bilecek miyim, gerçeğe er geç ulaşacak mıyım? Lütfen sevgili okuyucum, hikayenin son sayfasına bakıp söyleyin bana yalvarırım, dindirin acımı, verin bana hakikati yalvarırım. Hiç bulamayacak mıyım ben buradan çıkışı, bir daha hiç ulaşamayacak mıyım Minho'ma? Rüzgar olup değsem saçının teline kafi, tek arzum bu, kabul olmayacak mı duam? Bu kadar mı gaddar Tanrı bana karşı, yoksa hiç orada yok mu? Bu yüzden mi karanlıktayım?
Ama yok, siz benim yakarışlarımı duymak için değilsiniz burada. Özür dilerim sizden okuyucum. Tüm merak duygunuzu yitirmenize sebep oldum bu ağlamamla ama şayet hala merak ediyorsanız Minho'ya ne olduğunu lütfen ayrılmayın, devam edeyim size anlatmaya. Hikayesi duyulmaya değer biri o.
Okul açıldıktan sonra ilerleyen zaman biz üçümüzü yeniden konuşur hale getirmişti. Minho en arkadaki yerinden ayrılmış, Chan'ın benim arkamdaki yerine tekrar gelmişti. Çocukluğumuzdan kalma bir alışkanlıktan başka bir şey değildi hala konuşuyor oluşumuz, üçümüz de farkındaydık bunun. Bu alışkanlığı kaybetmek istemememizden de değildi hala konuşuyor oluşumuz, yeniden korkmamızdı bunun sebebi. Minho kendini salarsa, bizden, alışkanlıklarından uzaklaşırsa olacaklardan korkuyordu. Chan yıllardır yanında bildiği kişi giderse yalnız kalmaktan korkuyordu. Bense deli gibi korkuyordum Minho ile beraber kendimi de kaybetmekten. Hepimizin korktukları başına geldi. Kaderden kaçamadık, korkumuz alın yazımızı mühürledi.
Minho'nun yavaş yavaş kilo verdiğinin farkındaydım ama o bir ayda verdiği kilolar benim bir şeyleri fark etmeme sebep olmuştu. İçimdeki korku beni Minho'yu göz hapsine almaya itti. Artık onun kalktığı saatte kalkıyor, onun evden çıktığı saatte evden çıkıyor ve o odasının ışıklarını kapamadan kendi odamın ışığını kapamıyordum. Ve fark ettim ki, Minho sabahları odasının ışığı yandıktan kısa bir süre evden ayrılıyor kahvaltı yapmadan, okula gelince de kahvaltı yapmıyor. Öğle aralarında Chan ve Chan'ın kız arkadaşlarıyla kantine iniyor, sadece kahve içiyor. Akşam yemeği saatlerinde de odasının ışığı sönmüyor.
Beraber okula yürüdüğümüz günlerin birinde ''Minho, neden okulda benimle değil de Chan ile oturuyorsun? Yanıma gelebilirsin.'' dedim ona. Şöyle bir baktı bana sadece. Çocukken de bunu çok söylerdim ona, yine onu kıskandığımı düşündü. Ama ben onu Chan'dan uzaklaştırmak için söylüyordum bunu. Chan'dan uzaklaşsın ve o kızlarla kendini kıyaslamasın artık, güzelliğinin farkına varsın istiyordum. Chan farkında bile değildi Minho'nun kendini aç bıraktığının.
''Sen çok öndesin, arkada daha rahat hissediyorum.''dedi sadece Minho. Sesi bile daha zayıftı artık.
Minho'yu kurtmamın tek yolu onu Chan'dan uzaklaştırmak değildi, bunu biliyordum. Ama çocukluğumdan kalma sarıldığım bir alışkanlıktı bu da. Minho Chan'ın yanından ayrılsın, sadece benim olsun istiyordum. Yiyormuş, yemiyormuş öyle olduğunu sandığım kadar umrumda değildi. Olsa şayet, pekale Minho'yu yemesi için teşvik ederdim. Öğle araları kahvesinin yanında ona küçük de olsa bir şeyler alırdım yemesi için, kendi yemeğimden ikram ederdim ya da sabahları beraber okula yürürken ona bir şeyler ikram ederdim. Oysa ben, Minho'nun benim sözde yardım teklifimi geri çevirmesini bir engel olarak gördüm, gücümün yettiğinden daha azını sundum ona. Bir noktada, ölmesine göz yumdum aynı Chan gibi. İşte bu yüzdendi benim de Minho'nun ardından gidişim. Şimdiyse bilsem de Minho cennette, ben lanetlenmiş arafımda onu arıyorum hala.
Durumun vahametini anlamamsa mutlak sonumuza çok az bir zaman kala gerçekleşti. O gün Minho ve Chan'ın arası yine kötüydü, Minho derslerde ve öğle arasında uyumuştu sadece. Öğle arasının bittiğini söyleyen zil çalınca Chan gelmişti sınıfa, Minho'yu bıraktığı gibi sıraya gömülü bulunca itekledi onu eliyle.
''Neden bunu yapıyorsun kendine bile bile?'' diye sordu. Minho'nun uyanık olduğunu ikimiz de çok iyi biliyorduk ancak Minho hiçbir tepki vermeden öylece durmaya devam etti.
''Beni cezalandırmaya falan çalışıyorsan bunu yaparak bil ki işe yaramıyor Minho, kendine gel.'' Minho yine tepki vermeden uyuyor numarası yapmaya devam etti. Chan'ın sinirlenmeye başladığını görebiliyordu sınıftaki herkes. Hızlı hızlı nefes alıp veriyor, ellerini saçından geçirip duruyordu sürekli.
''Ayağa kalk.'' dedi son derece net bir sesle.
En sonunda elini Minho'nun uyuduğu sıraya vurdu sertçe. O kadar hızlı ve sert vurmuştu ki ben bile sıçramıştım olduğum yerde. Minho irkilse de kaldırmadı kafasını, daha da gömüldü hatta kollarının arasına. ''Ayağa kalk dedim sana.'' diye bağırdı Chan.
Minho'nun gözleri kızarmıştı ama ağlamamıştı. Chan sınıftan çıkarken bir hışım, ardından yürüdü sadece. Onlar kapının ardında kalınca ben de gittim peşlerinden, yine terasa çıkacaklarını biliyordum. Hava bulutlanmıştı birden ben de onların arkasından terasa çıktığımda. Karar vermiştim, saklanmayacaktım bu defa. Yine aynı şekild duruyorlardı, yine görüyordu Minho beni ama bu defa bir öncekinden farklı olarak ben de katılacaktım kavgalarına ve izin vermeyecektim Chan'ın Minho'yu üzmesine.
Bulutlar kararttı gökyüzünü bir anda, şimşeklerler çakmaya başladı anında.
''Kendine niye zorla bir yer açmaya çalışıyorsun ki şu dünyada?'' dedi Chan Minho'yu omuzlarından itip. Minho'nun omuzlarındaki kemikler Chan'ın eline batmıştı eminim, bir gram et kalmamıştı vücunda artık. Minho o hafif ittirilmeyle bile tökezledi geriye doğru.
''Yersizsin işte burada, sevenin yok, kimsen yok. Yüreği seni içine alacak bir tane insan yok. Sana yer yok.''
Adımlarım hareketlendi ileriye doğru, gökyüzünde çakan şimşekle mıhlandım olduğum yere. Minho bu defa benden tarafa bakmıyordu bile. Biliyordu, bu sefer de gelmeyeceğimi, sadece izleyeceğimi, benim onun hikayesinde hiçbir şeye yararı olmayan bir figüran olduğumu biliyordu. Ancak bu defa farklı olacak demiştim kendime, adımlarım neden beni dinlemiyordu? ''Hayır Minho, dinleme onu ben seviyorum seni.'' neden diyemiyordum? Gerçek buyken neden ağzım açılmıyordu, kim dikmişti dudaklarımı birbirine. Bana yazılmış rol buysa şayet, çıkacaktım dışına, kendi rolümü kendim yazacak, Minho'yu kurtaracaktım. Yapamadım.
''Ne yaparsan yap, seni sevmeyeceğim işte. Sana bunu yazın da söyledim, şimdi de söylüyorum. Seni sevmeyeceğim Minho, kendini zayıflamak için ne kadar kustururusan kustur, asla sevdiğim kızlar gibi olamayacaksın, asla onları sevdiğim gibi sevmeyeceğim seni.''
Benim atmam gereken o adımı Minho attı. Gözlerime baktı, bunun gözlerime son bakışı olduğunu bilsem kendimi zincerlerdim o ana sonsuza dek. Saatin yelkovanını durdurur, tek bir dakikanın daha ilerlemesine izin vermezdim asla, bilmiyordum.
Minho'nun adımları ne bana doğru, ne Chan'a doğruydu. Yağmur yağmaya başladı, sağanak bastırmıştı birden, sırılsıklam ıslanmamız saniyeleri bulmuştu. Minho ağlamıyordu, Minho'nun gözyaşları yerine yağmur damlalarıydı yanaklarından süzülen. Sanki içine attığı tüm o gözyaşları yağmur olarak yağıyordu şimdi dünyaya, herkes acısını artık görüyordu.
Minho'nun adımları uzaklaştırdı onu bizden, ne ben ne Chan hala onun yürüyüşünün sonsuzluğa olduğunun farkına varamamıştık. Omuzları düşük, yorgun bir yürüyüştü bu. Mecali kalmamıştı sanki nefes almaya bile. Varınca terasın tırapzanlarına, ''Minho, dur.'' dedi Chan en sonunda. ''Kendini acındırmaya çalışıyorsun hala yapma, gel şuraya.''
Minho diğer adımını da attı öteki tarafa. ''Böyle yapınca sana sempati duyacağımı mı düşünüyorsun gerçekten? Düşeceksin geri gel.''
Minho ne bana baktı ne de Chan'a o andan sonra. Kendini bıraktı. ''Minho!'' diye bağırdı Chan sadece. Koştum, koştum ve koştum, Minho'nun ardından, onun gittiği boşluğu hissettim. Koşarken de lanet ettim yazarıma, neden beni şimdi serbest bıraktın, neden önümdeki noktayı şimdi sildin, diye. Neden Minho'yu tutmamı istemedin? Neden onu kurtmamı istemedin? Neden sadece bir figüranım ben? Neden bir etkim olmadı hiç bu hikayede? Neden Minho'yu yalnız bırakmamak için atladığım halde ardından onu bulamıyorum, neden ölünce bile ona aslında hep yanında olduğumu gösteremiyorum?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
secret secret 🦋 | jeongho ✓
FanficJeongin ve Minho en yakın arkadaştır ama Minho, Jeongin için sadece en yakın arkadaş değildir. [tamamlandı] ⚠️ yeme bozukluğu, depresyon, intihar ve olumsuz düşünceler [angst]