"Hava çok soğudu oğlum, sen git. Yarın tekrar gelirsin."
Kendisine saatlerdir dil döken kadına göz ucuyla bakıp başını iki yana salladı Arda. Yıllardır beklediği kişiyi iki saat daha beklemenin kendisine zor gelmeyeceğini söyleyerek içini ısıtmaya çalışsa da şartlar giderek zorlaşıyordu. Ferdi'ye attığı belki de yirminci mesaj yine tek tik olurken telefonu cebine atıp ellerini birbirine sürttü. Ankara'nın soğuğuna yenilmek demek, Ferdi'nin kendisi için söylediği hakaretleri yutmak ve onu haklı çıkarmak demekti.
"İçeri de gelmiyorsun, hasta olacaksın." diyen kadına bu kez cevap vermedi. Saatin on ikiyi geçtiğini ve kafenin kapanması gerektiğini biliyordu. Oturduğu kaldırımda biraz daha yana kayıp kendini oralı değilmiş gibi göstermeye çalıştı. Ferdi gelmeyerek herkesin düzenini altüst ediyordu.
Yıllardır kafeyi işleten Sinem Hanım tanıdık yüzlü çocuğa son kez içi acıyarak ve biraz da sinirli bakarak içeriye girdi. Eşyalarını alıp çıkmaktan ve onu burada yalnız bırakmaktan başka çaresi kalmamıştı.
Caddedeki diğer dükkanlar gibi kafenin de ışıkları söndü ve Arda yalnızca sokak lambalarının aydınlattığı kaldırımda yalnızlığına tekrar sığındı. Ferdi'nin er ya da geç verdiği sözü tutup burada olacağına neredeyse emindi.
Şarjı bitmek üzere olan kulaklığına veda etmeden önce son bir şarkı için inatlaştı kendisiyle. Yıllardır dinlediği halde ilk kez içine işleyen şarkının nakaratına hafif bir tebessümle eşlik etti.
"Bu aşkın adresi bir çıkmaz sokak. Bir çöp arabası, peşinde çocuklar."
En az kendisi kadar soğuk bir temas sağ kulağından kulaklığı çekerken hasretinden prangalar eskittiği ses doldu kulaklarına.
"Yorgun anılardan aşıklar çıkmazı. İçinde ben yandım bir sokak lambası."
Kulaklığın şarjı henüz bitmemişken bile sadece o dudaklardan bekliyordu şarkının devamını ama Ferdi'nin bu akıllara durgunluk veren girişi kısa sürmüştü. "Gerçekten buradasın." diye hayretle mırıldandı Arda, buna inandığı için saatlerini burada geçiren kendisi değilmiş gibi.
Ferdi'nin üç senede değişen imajına ve buna tezatla asla değişmeyen gülüşüne daldı uzun bir müddet. Elleri uzayan kıvırcık dalgaları okşamamak için montunun cebinde tir tir titriyordu. Gözlerinde taşmayı bekleyen onlarca duygu vardı ki bunları tutmak hiç bu kadar zor olmamıştı.
"Geciktim biraz." diyerek kendini en masum şekilde savunmaya geçen çocuğa içi gidiyordu, kızamadı. Deli gibi özlemişti, tek bildiği buydu. Baskılı hırkası da Ferdi'nin kendisine karşı sarf ettiği sözler de onun yanında hiçliğe karışmıştı.
Sevmek, kendisine olan saygısını yiyip bitiriyordu.
Arkasında kalan kafeyi gösterip "Beleş limonata bile veremeyeceksin." dedi, alacağı tavır bundan fazlası olamazdı. Bir anda saçlarına dolanan parmaklar ve gözüne girecek kadar sallanan saçları ile neye uğradığını şaşırmıştı. Yüzündeki alaycı tebessüm yerini ağlamaklı bir ifadeye bırakırken kendini kurtarmaya çabaladı. "Beleş limonata yoksa sadece saçlarını okşarım ben de." diyordu Ferdi. Neye sebep olduğundan haberi yoktu besbelli.
Arda, onun tutarsız tavrına sinirlenip elini iterken "Yapma." diye çıkıştı. Günlerdir konuştuğu kişi eski Ferdi değildi, canını yakmaktan başka bir işi yoktu onun ama şimdi karşısında olan kişi eski Ferdi'den derin izler taşıyordu. Ankara, dedi içinden. Bu aşkın yaşanması için gerekli olan şey iki kalp ve bir şehirdi ve bu şehir kesinlikle Ankara olmalıydı. Ferdi'yi Ferdi yapan da, bu kutsal duyguyu en iyi taşıyan da Ankara'ydı.
"Annen merak eder seni. Bu gece eve git, yarın görüşürüz yine."
Ferdi aldığı tepkiye rağmen yine de Arda'nın kızarmış burnuna dokunup bir çocuk sever gibi sevdiğinde sabrı kalmamıştı küçük olanın. Yerinden kalktı. "Annem merak eder, doğru." dedi, arkasına dönmeden önce.
Kalbinin her bir atışını boğazında hissediyordu ama öte yandan da özlüyordu. Görüş açısından çıkar çıkmaz özlüyordu Ferdi'yi. Yüzüne duyduğu bambaşka bir aşinalık vardı, onu görünce o ortama bağlı kalmak içinden hiç çıkmak istemiyordu. Bu; yıllar önce de böyleydi, bu gece de.
Hâlâ montunun cebinde bekleyen yumruklarını sıkarak tekrar Ferdi'ye döndü. Kararsız dudakları titreyerek birbirine çarparken hiçbir zaman aksini iddia etmediğinin verdiği güvenle "Çok özlemişim." dedi. Kalbindeki yangını anlatamamış olmanın verdiği telaşla başka kelimeler bulmaya çalışsa da istediği olmadı. Biraz daha öfkeye bulanmış bir sesle tekrar etti. "Çok fazla özlemişim, tamam mı?!"
Ferdi'nin geldiğinden beri ilk kez ciddiyete bürünen yüz hatlarına son kez aklına kazırcasına baktıktan sonra koşar adımlarla evine çıkan sokağa daldı.
Eskisinden daha yoğun olan duyguları tüm vücuduna sızı veriyordu. Üzerine çöken yorgunluğa anlam veremiyordu. Orada beklerken aklında bu kadarı yoktu, dumura uğramıştı.
Yatağına duyduğu özlemle sessizce eve girse de annesini salonda dizi izlerken bulmuştu. Kadıncağızın kendisine söylediği şeyleri duymazdan gelip odasına girdiğinde sıkıntıyla ofladı.
Üzerini değiştirmeye kalmadan bir bildirim düştü soğuktan kapanmak üzere olan telefonuna.
—
ferdi
yalan yokben de özlemişim seni
—Histerik bir gülüş koptu boğazından. "Yalancı." diye mırıldandı, pijamalarını üzerine çekerken. Oysa içinde bir yerlerde ona inanan ve çocukça bir mutluluğa kapılan biri vardı ve en çok o seviyordu Ferdi'yi. En ilk de o sevmişti.
...