fice ocaktan beri bolum atmamisim?????✩
"bayılıyorum senenin bu zamanına!" dedim olduğum yerde heyecanla sekerek yürürken.
"en çok hyunjin seviyor bu festivali gerçekten."
keyifle gülüp önümde duran jeongin'e sarıldım. "sen sevmiyor musun bebek?" diye sordum.
"sıkılıyorum ben aşk filmlerinden."
göz devirip kollarımın arasından çıkmasına izin verdim. romantizmin kölesi olmuş birine böyle söylememeliydi.
"casablanca oldukça iyi bir filmdi."
"ve eski. çok eski. siyah beyaz bir film."
"başlamayın yine romantizm daha iyi aksiyon daha iyi kavgasına." changbin'in aramıza giren sesi ikimizin de susup olduğumuz yere sinmesine sebep olduğunda somurtarak abimin yanına sokuldum. "eve mi gideceğiz, restorana mı?" diye sordum.
"birlikte restorana gidip yemek yiyeceğiz, sonra döneriz."
başımı hızlıca sallayıp kollarımla daha çok sardım abimi. o da beni kolu altına aldı. arkadaşlarımın sohbetini sessizce dinlerken, gözüm hemen önümüzde, elleri cebinde yürüyen minho'ya takıldı. önden sessizce yürüyor, fazla konuşmuyordu. dikkati başka bir yerdeydi sanki.
onlarla taşınalı nerdeyse bir ay olacaktı. ne kasaba halkı ne de biz bu kadar erken kaynaşmayı bekliyorduk. çünkü kasaba öyle küçük ve eski bir kasabaydı ki yeni gelen insanların alışması çok zor oluyordu. iç içe geçmiş ve bütünleşmiş bir kasabaya ayak uydurmaya çalışmak eminim ki zordur. yine de lee ailesi çabucak alışmıştı buraya. haliyle biz de onlara alışmıştık.
yine de fark edilmeyecek kadar büyük bir gerçek vardı ki, minho ve benim aramda anlam verilemeyen bir mesafe vardı ve bu ilk günden beri yerini koruyordu. arada atışmak dışında hiçbir muhabbetimiz olmuyordu ve bu açıkçası beni o kadar da rahatsız etmiyordu. hatta biraz olsun rahatlatıyordu.
restorana vardığımızda en önde o olduğundan dolayı ilk o girdiğinde biz de peşinden girdik.
"hoş geldiniz çocuklar!" annemin sesi tüm restoranı doldurduğunda boş olan iki masayı birleştirdik ve oturduk. "nasıldı film?" diye sordu annem.
"çok güzeldi anne, casablanca izledik." dedim heyecanla. heyecanım onu güldürdüğünde elleriyle karıştırdı saçlarımı. "acıkmışsınızdır, ne getireyim size?" diye sordu diğerlerine döndüğünde.
hepimiz birer hamburger sipariş ettiğimizde annem babamın yanına, mutfağa geri döndüğünde arkama yaslanıp sessizce oturdum yerimde.
gözlerim arada, ben fark etmeden lee minho'ya kayıyordu. bacakları durmadan sallanıyor, bakışları sürekli etrafta geziniyordu. derdinin ne olduğunu biraz anlar gibiydim. daha önce de şahit olduğum sigara içişini herkesten saklıyordu. bu yüzden de yanımızdan ayrılıp içemiyordu. bu da saatlerdir sigara içmemesine sebep olmuştu.
yemeklerimiz geldiğinde, hepimiz oldukça acıktığımızdan hızlıca yemeğimizi yemiştik. yemekten sonra herkes teker teker evlerine dağıldığında ben, abim ve lee kardeşler kalmıştık.
"annemler evde mi?" diye sordu minho kardeşine. jisung hızla onayladı abisini. "evdeler bugün, neden?"
"iyi tamam," dedi. "ben biraz daha dolaşıp geleceğim. dikkatli git sen, chan abinin yanından ayrılma."
"nereye bu saatte minho?" diye sordu abim. olduğumuz yerde durmuş, ilerleyen minho'nun arkasından bakıyorduk.
"kasabada dolaşacağım biraz." diye cevapladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
say don't go, hyunho
Fanficokuduğu kitaplarda kaybolan hwang hyunjin ve onu izlerken kaybolan kasabanın yeni çocuğu lee minho. |yarı texting, yarı düzyazı.