10, ruhuma denk

85 30 33
                                    


bu ficin cok az etkilesim almasi ama cok bekleyeni olmasi....

keyifli okumalar!
💓


kitap alıntılarının nabzı olur muydu, bu saçmalıktı biliyordum. fakat parmaklarımın üstünde dolaştığı cümlelerin ruhu vardı, gerçekliği vardı; kalbi çarpıyordu hızla sanki. parmaklarım, usul usul altını çizmek istediğim cümlelerin altında dolaşırken derin bir iç çektim. aşk, insanların aksine benim fazlaca üstüne düşündüğüm bir şey olmuştu her zaman. aşk filmleri, aşk kitapları, aşk şarkıları... tüm bunlar diğer her konudan çok daha dikkatimi çekmişti. onları okumak, izlemek ve dinlemek için çoğu zaman boş vakitler yaratıyordum. kendi dünyamda, hayali karakter ve metinlerin arasında yaşıyordum.

ve bu hayalin içimde baki kalacağını, aşkı yaşayamayacağımı düşünürdüm hep.

"o kendisini ne kadar sevdiğimi hiçbir zaman bilmeyecek; hem onu yakışıklı filan diye sevmiyorum nelly; benden daha çok bana benziyor da ondan seviyorum. ruhlarımız her neden yoğrulmuşsa, ikimizinki de aynı."

ben kitapların altını çizmeyi severdim. birkaç ay sonra bile çizdiğim cümlelere bakıp o anki hislerimi kolaylıkla anlardım çünkü. bana göre altı çizilmiş her alıntı ruhundan bir parçaydı insanın. bu yüzdendir ki bu cümlenin altını çizemiyordum. bundan ölesiye korkuyordum. insanlara söylemekten çekineceğim bir duyguyu dışa vurmaktan korkuyordum.

bakışlarım kitaptan, bahçenin diğer ucunda, elindeki basketbol topunu çevirerek abimle konuşan minho'ya değdi. sakin giden hayatımın ortasında küçük heyecanlar yaşamamın sebebi olmuştu o. kalbimi hızlandırmış, kısa sürede de zihnime sızmayı başarmıştı. sayesinde her okuduğum cümlede onu bulur olmuştum. elbetteki bu korkunçtu.

minho benden kaçarken bu oldukça korkunçtu.

derin bir nefes alıp arkamdaki ağaca sığınmak ister gibi daha çok yaslandım. yok olmak istiyordum çünkü ne gözlerime ne de onu görünce atan kalbime engel olabiliyordum. o benden kaçarken, abi dedirtirken ben bir akıntıya çoktan kapılmıştım.

aşk gerçekten aptal işiydi ve tabii ki ben de bir aptaldım.

"akşam ki aile yemeğine geleceksin değil mi hyunjin?"

başka bir lee konuştuğunda takıntılı olduğum lee'den çektim bakışlarımı. jeongin'in dizlerine kendini atmış olan jisung'un sorduğu soruyu başımı sallayarak onayladım. elbette gidecektim. anne ve babam bu gibi şeylere çok dikkat ederlerdi. bu yüzden bu kasabaya da ölesine bağlılardı. "sevindim." dedi büyükçe gülümseyerek.

jisung ile aramızın oldukça samimi olduğunu söyleyemezdim. ben insanlarla çok samimi olmazdım evet. fakat o bende de içine kapanık biriydi. bu yüzden birbirimize henüz açılabildiğimiz söylenemezdi. onun jeongin ile oldukça yakınlaştığını görebiliyordum ama. bir de benden çok abimle daha yakın olduğu söylenebilirdi.

"hyunjin, senin ileri edebiyat mı şimdi ki dersin?"

"evet," diyerek onayladım yanımdaki felix'i. elimdeki kitabı ve çantamı toparladım. "şimdi gidiyorum hatta."

"erken gidiyorsun, otursana biraz daha."

"bay han ile son ödev hakkında konuşmam lazım."

anladıklarını belirten mırıldanmaları dinlediğimde ayaklandım. el sallayarak yanlarından ayrılırken edebiyat sınıfına doğru yürüdüm. birkaç arkadaşıma gülümseyerek selam verdim. jihoon'un bakışlarına göz devirerek karşılık verdim. okul binasına girdiğimde peşimden geldiğini gördüğümde omuzlarım düştü. gerçekten bu aralar sınırları zorluyordu. eğer abim onu benim etrafımda gezerken yakalasaydı muhtemelen buna pişman ederdi. o akıllanmıyor, peşimden gelmeye devam ediyordu.

say don't go, hyunhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin