34- Er ya da geç durmaya mahkumum

307 35 11
                                    

Jungkook sırtında tek koluna taktığı sırt çantasıyla yavaş adımlarla fakültesinden çıkarken ne kadar yorgun olduğunu düşünüyordu. Bu hafta yeterince yorulmuştu. Sadece sessiz bir hafta geçirmeyi istiyordu. Huzurdan ziyade bütün bu kaosun kafasının içinde susmasını ve attığı her adımda sadece ayak seslerini duymayı arzuluyordu. Sergi işine az kalmıştı. Resmi için son kez birkaç kontrolü yapmış ve ardından tekrardan atölyede bırakmıştı. Hocasına anahatarı teslim ettikten sonra kendisini dışarıya atmıştı. Dışarıda kendisini karşılayan manzara batmak üzere olan güneş, sonbahara doğru gelindiği için ağaçlardan dökülen yapraklar ve gözüne takılan birkaç insandan ibaretti. Genellikle çoğu öğrenci market dedikleri kısımda takılırdı. Orada birçok çeşitli kafeler, alışveriş yapılması için market olan küçük bir yerdi. Bazı öğrenciler oraya arkadaşlarıyla takılmak için, bazılarıysa yemek yemek icin giderdi. Jungkook da bu öğrencilerden birisiydi çoğunlukla. Eğer şu anda yanında arkadaş grubu olsaydı beraber bir şeyler içmeye gidebilirlerdi. Şimdiyse tek başına otobüs durağının yolunu tutuyordu. Uzun zamandır kendisini bu kadar yalnız hissetmemişti. Bütün gün kafasında dolanan tilkileriyle anlamsız bir günü kucaklamıştı. Arkadaşlarının yanında olsa bile düşünceli bir hali vardı. Gerçekten ne yaptığını, amacının ne olduğunu ve eski halini sorgular olmuştu. Kafasında koşarak kaçışan binbir soruya cevap bulma peşinde olan Jungkook küçük bir çocuğun uçurtmasını kaçırması gibi ondan kaçan soruların peşinden koşuyordu. Oysa gökyüzünde kaybolan, bir daha kendisine dönmeyeceğinin bilincindeyken bunu yapan ve bundan vazgeçmeyen, hatta bundan belki de gizliden gizliye zevk alan küçük, çaresiz bir çocuğun edasıyla öylece bütün gücünü buna harcıyordu. İçinde küçük bir heyecan kıpırtısı bile oluşmazken yaptığı bu aptallığın farkında bile değildi. Yoongi'yi düşünüyordu. Hislerini ve kendisini. Gerçekten aşk böyle bir şey miydi? Kendisi oldukça yorulmuştu bu durumdan. Yoongi'yle aynı durumda olduklarını fark etmişti bugün. Kendisi de acaba, yoongi'nin Jeongguk'a baktığı gibi kırgın bakıyor muydu ona? Yoksa bakışlarında herkesin kendisini lanetlediği bir donukluk mu saklıydı? Düşünmeden edemiyordu. Cevabın ne olduğunun farkında bile olmadan, cevabı bile önemsemeden sadece sorudan soruya koşuyordu.

Dediğim gibi kendisini Yoongi'yle bir tutuyordu. Tek fark Yoongi, Jeongguk gibi davranmamıştı. Daha çok içine düşmüştü Jungkook. Yoongi gibi karşılıksız bir aşkın ateşine düşmüş olduğunu fark etti, onun gibi çaresizce dolanıp durduğunu, onun gibi yıkıldığını. Ama sanki kendisi daha bir sert çakılmıştı zemine. Bütün kemiklerinin kırıldığını hissediyordu. Bu his canını yakmaktan ziyade yok olma isteğini uyandırıyordu. Daha sonrasında bütün bunları yaparken zaten ufak bir umut ışığı bile bulundurmadığını fark etti içinde. Sanki en başından beridir farkındaydı Jungkook, Yoongi'ye ulaşmak kendisine ulaşmak gibiydi. İki türlü de Jungkook için bir duvar örülmüş ve Jungkook bu duvardan tek başına atlayıp karşı tarafa atlayamayacaktı. Sonra, sonra elbette kendisi tarafında olan duvara çizdiği çicekler, güzellikler hiçbir zaman diğer tarafa gözükmeyecekti. Madem bu kadar imkansızdı, neden hâlâ bir çaba içerisindeydi? Jungkook cevap bile bulamıyorken soru sormaya dahi mecali kalmamıştı. Otobüs durağına vardığı zaman daha bir bitkin hisseti kendini. Sanki bir dünya yol yürümüş gibiydi. Bugün gerçekten kendisi için yorucu bir gündü. Bir yandan arkadaşlarının hızına yetişmeye çalışmış, bir yandan sergi için hocasına yardım etmiş, bir diğer yandansa derslerine yetişmeye çalışmıştı. Kendisi dışında her yere bölünüp, koşmuş ve yetişmişti.

Belki de Jungkook icin asıl sorun buydu. Kendine oldukça yabancıydı.

Sonra beklemediği bir şey oldu Jungkook'un. Önünde bir araba durmuştu. Eski bir model, siyah bir araba. Jungkook ne olduğuna bir an anlam veremese de kendisinin olduğu kısmın camı açılmış ve içeriden kafasında izinsiz bir şekilde kendi ülkesini kuran çocuğu görmüştü. Jungkook bir an dalgınlığıyla olayı idrak edemese de Yoongi'nin kendisine seslenmesiyle ne olduğunu anlamıştı. "Otobüs gelmeden hadi bin" demişti Yoongi. Jungkook bir an tereddüt etmişti. "Gerek yok" demeyi bile düşünmüştü. Ama içindeki sesi bastıran, daha güçlü bir his, bir heyecan vardı. Düşünmeden hareket etmiş ve arabaya binmişti. Yoongi memnun bir şekilde tekrardan Jungkook'un binmesiyle tekrardan camı kapatmış ve arabayı sürmeye başlamıştı. "Seni görmem iyi oldu" demişti birden bire yola odaklanırken. "Normalde daha erken çıkardım ama bir arkadaşım beraber ders çalışmayı isteyince kıramadım" demişti Yoongi neşeli bir sesle. Jungkook bir an ona bakmıştı. Neden bu kadar garip hissettiğini bile anlamıyordu. Hayat onun için oldukça hızlıydı ve kendisi sanki bu hız için kaplumbağaya dönüşmüş gibiydi. "Araban olduğunu bilmiyordum" demişti Jungkook, Yoongi'nin dediğini umursamayarak. Arabanın içini incelemişti. Yoongi'nin kokusuyla beraber içeriyi saran mandelina bahçesi kokusuyla yutkunmak istemişti. Zamanın durmasını bile dileyebilirdi. "Babamın eski arabası" demişti Yoongi ve araya sessizliğin girmemesi için öylesine önemsemeyecek detaylara girmişti. "Kendisi yeni bir tane alınca satmaya kıyamadı. Bu yüzden kullanmam için bana verdi" demişti. Sonraysa istemediği bu sessizlik tam ortalarına oturmuştu. Jungkook bir an araba sürmeyi ne kadar istediğini hayal etti. Bunu söylemeyi bile istedi lakin bir an bundan çekindi. Bunun önemsiz olduğunu düşündü ve Yoongi'nin tam aksine bu önemsiz detaylarda boğuldu. "Bugün seni çok göremedim" dedi Yoongi merağını gizleyemeden. Jeongguk ile olanlardan sonra genç oğlanı bir türlü görememişti. Konuşmaları sadece yazışmalardan ibaretti. Şimdiyse uzun bir aranın ardından yan yanalardı. Jungkook bunun heyecanı ve gerginliği içerisindeydi. Yoongi'nin de ondan bir farkı yoktu. "Bahsetmiştim ya şu sergi işi için hocamıza yardım ediyordum. Ondan dolayı görmemiş olmalısın" demişti heyecanını saklamak istercesine.

Fuck U | Yoonkook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin