Giriş : Hiç olmaması gereken bir ruh eşi

40 13 18
                                    

Giriş : Hiç olmaması gereken bir ruh eşi

30 Aralık 2002

Kışın sert rüzgarlarına rağmen açık olan camdan içeriye yağmur damlaları süzülüyordu. Bacaklarını balkonun demirlerinden aşağıya sarkıtan küçük beden, sanki hiç korkusu yokmuşcasına uçan yaprakları izliyor, heyecanlı gözlerini gökyüzüne dikiyordu. Saat gece yarısına vurmuştu. Ablasından dinlediği masallarda tam bu saatte bir çan çalar, bütün büyü bozulurdu. Ama küçük çocuk öylesine tecrübesiz ve masumdu ki, bu gerçeği reddediyordu. Islanmayı umursamıyor, 7 yaşına girmiş olmanın heyecanıyla yıldızlara anlatıyordu kendini.

"... ve ben onların sürprizlerinden haberim yokmuş gibi yapacağım!"

Bu, onun kutlayacağı ilk doğum günüydü. Belki ondandı heyecandan gecenin bir yarısı içinin içine sığmıyor oluşu. Babası hiçbir zaman doğum gününü kutlamasına izin vermemişti. Sebebini bilmiyor olsa da babası öyle diyorsa öyle olmalıydı. Evde onun sözü geçiyordu. Taehyung her zaman neşeli bir çocuktu, hayatı kusursuzdu; zengindi, annesi ve babası onunlaydı bir kere. Bütün bunlar bir arada olunca dışarıdan bakan bir insan rahatlıkla onun ne kadar şanslı olduğunu söyleyebilirdi. İnsanlara kalırsa bunlara sahip olan herkes çok mutlu olmalıydı ama hayat her zaman onların gözünde olduğu gibi kusursuz olmuyordu işte. Gecenin bir yarısı balkonda, küçücük bir çocuğu, gökyüzündeki yıldızlarla konuşacak kadar yalnız bırakan bir aile kusursuz olamazdı.

"Oh... Gittin?"

Gökyüzünden kayan yıldız, çocuğun ilk önce şaşkınca bakmasına, ardından panikle kalkmaya çalışmasına sebep olmuştu. Minik gözleri kocaman açılmış, ilk defa kaybetme korkusunu tatmıştı. Gerçek olmayan arkadaşını kaybetme korkusu bütün bedenini ele geçirmişti. Büzülen dudaklarıyla gökyüzüne baktığında yıldızın hâlâ yerinde olduğunu görmüş, anlamaya çalışmıştı. Belki ablası burada olsaydı ona sorabilirdi ama yoktu. Yıldızı kırmızı rengine bürünen ayın yanında parlasa da onun ormanda kaybolduğunu düşünmekten kendini alıkoyamıyordu.

Islak ayaklarından dolayı ilk başta dengesini kuramamış ve acı verici bir şekilde balkon demirlerine çarpmıştı. O kadar panik yapmıştı ki, acısını umursamadı. Arkadaşı gitmişti, neden doğum gününde onu bırakmayı seçtiğini anlamıyordu. Yaptığının doğru veya yanlış olduğunu düşünmeden içindeki hisse güvenerek soğuk balkondan çıkmıştı. Onu bulmalıyım, diye düşünüyordu.

Ailesi hâlâ uyuyor olduğu için her ne kadar aceleci olsa da bir o kadar sessiz, dikkatli adımları vardı. Kapıya ulaştığında içeriden duyduğu tıkırtılar ile koltuğun yanına saklanmıştı. Kulakları hassastı, bu küçüklüğünden beri sahip olduğu bir özellikti. Adım sesleri duyduğunda kalbi o kadar hızlı atıyordu ki, kulakları uğuldamaya başlamış, kalbinin sesini kulaklarında duymaya başlamıştı. Soğuğun etkisi tam şu an kendini göstermeye başlamıştı. Kocaman olmuş gözleriyle koltuğun kenarında sesin kesilmesini bekliyor ve bir an önce evden çıkmayı umuyordu.

Arkadaşını bulması gerekiyordu.

Adım sesleri bir an sonra uzaklaşmış, ardından kapanan kapının sesiyle küçük çocuk rahat bir nefes vermişti. Şanslı günündeydi. Minik ellerini yere yaslayarak sığındığı koltuktan uzaklaşmış, daha fazla vakit kaybetmeden evden çıkmıştı. Sert rüzgar bir bıçak gibi tenini kesip geçse de küçük çocuğun ileriye adımlamasına engel olamadı. Minik ayaklarıyla hiç vazgeçmeden koşuyor, içine daldığı ormanın onu derinliklerine çektiğini bile fark edemiyordu. Evlerine yakın bir orman olduğundan bile habersizdi oysaki. O an kendinde değil gibiydi, tepesinde kan kırmızısına bürünen ayın ışığında koşuyordu yalnızca. Tek arkadaşını kaybetme korkusu onu o kadar ele geçirmişti ki, küçük çocuk ormanın ne zamandan beri orada olduğunu sorgulamadı. Adımları gittikçe yavaşlarken etrafı görmesini sağlayan tek şeyin ay ışığı olması hiç yardımcı olmuyordu. Yağmurlu gökyüzüne rağmen ayın yanında onun için parlayan yıldızını, tek arkadaşını arıyordu.

Aster Amellus | TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin