Andrew- Tunus, Susa şehri
Her tarafı ağrıyordu. Özellikle de yaralanmış olan karnı. Karavandan düştükten sonra gözünü açtığında etrafını saran adamlarla karşılaşmıştı. Birkaç tanesi üstünde değerli olabilecek bir şeyler arıyordu. Yattığı yerde öfkeyle ateş savurdu. Etrafındakiler şaşkınlıkla kaçmaya başladı.
Geriye sadece hırslı bir tanesi kalmıştı. O da Andrew'in ayağına yapışmıştı. Kısa boylu adamı ayağından uzaklaştırmak için boşta kalan ayağıyla adamın suratına sağlam bir tekme attı.
Sarsılan adam tekrar üstüne atlayacaktı ki bu sefer bütün vücudunu alevler kaplamış Andrew korkunç gözüküyordu. Adam hem ateşten hem de Andrew'in suratındaki sinirli ifadeden ciyaklayarak kaçtı. Andrew mutant yeteneğini rahatça kullanabildiği zırhı sayesinde ateşten bir adama dönebiliyordu fakat bu hareketi şu an ki gibi gözdağı vermek için kullanmasa iyi olacaktı. Çok yorucu bir hareketti.
Kaçan adamlara baktığında daha büyük bir grupla beraber karavana doğru koştuklarını gördü. Kendisi de doğruldu ve arkadaşlarına yardım etmek için bir eliyle karnını tutarak yürümeye çalıştı. Ayaklarına güç gelmiş gibiydi.
Ayakları onu yanılttı ve yere kapaklandı. Güçlükle zırhının GPS'inden aracın yerine bakmaya çalıştı. GPS'i parazitlenmişti, buluşma yerini, kendi konumunu veya dostlarının yerini göremiyordu.
Birisinin onlarla uğraştığını fark etmek zor değildi. Karnına gelen ışının zırhı delmesi zaten bunu açıklıyordu. Afrika'da o tarz silahları kullanan kimseyi görmemişlerdi. Her kim ise işini iyi biliyordu.
Kendini yaralayan tetikçi hâlâ uzakta bir yerde onu izliyor olabilirdi. Milleti alevle yaktıktan sonra da ölü taklidi yapmak mantıklı olmayacaktı. Adam eğer onu izliyorsa yaşadığını anlamıştı. Bir süre orada hiçbir şey yapmadan yattı. Hiçbir şey olmayınca adamın onu izlemediğine karar verdi. İçinde bir hayal kırıklığı hissetti. Daha demin ölmeyi mi beklemişti? Caesar haklı olabilirdi. Bu düşünceleri aklından uzak tutarak nişancının yerini saptamaya çalıştı.
Nerede olabilirdi ki? Yükseklik deniz seviyesindeydi. Tepe veya kule, hiçbir nişancı noktası yoktu. Adamın görünmezlik kullanmış olabileceğini düşündü. Ani bir ağrı düşünce sürecini böldü.
Karnı işkence edercesine ağrıyordu. Tepesinde ona bakan kahverengi, dalgalı saçlı menekşe gözlü mutant sinirliydi.
"Andrew! Ayağa kalksana, yerde ne yapıyorsun?!" dedi pürüzsüz tenli kadın.
Andrew bütün gücünü topladığı bir anda ayağa kalktı. Bacakları titriyordu. Chloe için diyerek kendini motive etti. Kadın gittikçe gülümsemeye başladı. Andrew'in kalbini durduruyordu bu görüntü.
Karavanın peşindeki adamların çığlıkları ve karavanın sesi gittikçe azaldı. Onu arkada bırakıp gitmişlerdi. Her zamanki bizimkiler diye güldü. Artık geride kalmaya alışmıştı.
Kumral saçlı, sarı renkli parlak gözlü ve uzun boylu olan yakışıklı denebilecek mutant afrikada geçirdiği süre sonunda bronzlaşmıştı. Teninin koyuluğunu Chloe ile karşılaştırınca daha iyi fark ediyordu.
Chloe tekrar sinirliydi. " Beni inceleyeceğine ne yapman gerektiğini düşünsene, öleceksin salak." haklıydı.
Andrew apar topar kalktıkları kamp alanına baktı. Geriye kalan son eşkiyalar da orada duruyordu. Birisi Caesar'ın hologramik bilgisayarını havaya kaldırarak zafer çığlığı atıyordu.Saçma sapan bir bilgisayarın şu an manâsı yoktu. Çok susamıştı. " Kanayan bir yaran varken su içmenin sana zarar vereceğini biliyorsun değil mi?" diye sordu Chloe.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
IV
Science Fiction3. Dünya Savaşı sırasında insanoğlu birbirini yok etmek için düzinelerce yol buldu, genetiği değiştirilmiş insanlar, biyolojik silahlar ve akıl almaz teknolojiler bunların sadece birkaçı... IV bizi 3. Dünya Savaşı sonrasında yüz yıl gibi bir zamand...