Perdenin arasından sızan güneş ışığı ile mızmızlanarak gözlerimi yavaşça açtım. Nihayet cumartesi olmuştu. Günümü tanımadığım insanlardan ve boş laflarından uzakta geçirdiğüm iki günden birincisiydi.
Küçük odamdaki yatağımdan uykulu bir şekilde aşağıya indim ve ayaklarımı sürüye sürüye odadan çıktım. Kolidorun sonuda duran duvar saatine baktığımda saatin 9.50 olduğunu gördüm. Annem çoktan çıkmış olmalı, diye düşünerek mutfağa ilerledim. Bir bardak su doldurarak kafaya diktim. Çölden çıkmış balık gibi susamıştım. Bardağı tezgaha geri koyduğumda buz dolabının kapağını açtım. Streçe sarılmış kahvaltı tabağını ve üzerine benim anneme verdiğim eski postit kağıdını gördüm.
Gördüğüm şey ile burukça gülümsedim. Onun böyle yapması beni her zaman mahçup ediyordu. Ona kahvaltı hazırlaması gereken bendim. Ona bakması gereken bendim. Ona bu tabağı bırakması gereken bendim. Yapıyordum, yapmaya çalışıyordum ama kendimi hiçbir zaman yeterli görememiştim.
O her gün işe gittiğinde ve geri döndüğünde kazâsız belâsız gelmesi için dua ederdim. Her gün o tekstil dükkanında kadınların arasında durup gününü tanımadığı insanlarla ve onların boş laflarıyla geçirmesi canımı sıkıyordu. Bir an önce mezun olup onu bunlardan kurtarmak istiyordum.
Babamın yapamadığını yapıp onu hayatının geri kalanında eller üstünde yaşatmak istiyordum. Yapacaktım da.
Tabağı alıp tezgaha bıraktığımda üzerindeki postiti elime aldım. Yapılması gereken tek tük ev işlerşni yapmamı istemişti annem. Şimdilik bunlarla ona yardım etmek bile annemin üzerindeki yükü hafifletmeme yetiyordu.
Kağığı şortun cebine attım ve tabağın üzerindeki streci sıyırıp çöpe attım.
Kahvaltımı bitirdiğimde kağıtta yazan işleri yapmak için hızla kalktım ve tabağı bulaşık makinesine yerleştirip mutfaktan çıktım. Birkaç çamaşırı yıkamam ve asmam dışında bir şey yazmıyordu kağıtta.
Kirli sepetinden siyah kıyafetleri ayıklamış ve kenara koymuştum. Okul formamı da elime aldım. Sirkeleyip formama baktığımda bir saniyeliğine karşıma gelen silüet ile gözlerimi şaşkınlıkla açtım.
Esmer teni, iri bitter gözleri ve özenle şekil verilmiş kahverengi saçları en önemlisi de bir saniyelik gülüşü gözümün önüne gelmişti.
"Sana vurmak gibi bir niyetim yok Jeon Jungkook."
Adımı söyleyen sesi kulaklarıma dolduğunda onunla ilk karşı karşıya gelişimizde elini omzuma koyduğu saniyeleri hatırlamaya başladım. Gülümsedim. Önünde ne kadar zavallı durduğumu düşündükçe utandım.
Bir kaç saniye sonra bu düşüncelerden ayrılmak için formayı diğerlerinin yanına göndermiş ardından hepsini makinaya yollamıştım. Makinayı çalıştırıp odama doğru yol adığımda bir kaç saniye ne yapmak istediğimi düşündüm. O an aklıma gelen kelimeler ile durasadım.
"Ödevin çok uzun sürmeyecekse benimle takıl."
Onunla takılabilirdim. Belki birlikte internet kafeye giderdik ya da takılmayı sevdiği yerlere. Belki arkadaşlarıyla tanışırdım. Tabii dünkü teklifini kabul etseydim bunlar olabilirdi. Belki bunun yerine belki dayak yiyebilirdim. Belki bu söyledikleri beni tuzağa düşürmek içindi. Olabilirdi. Tedbiri elden bırakamazdım.
Manga okuyarak geçirdiğim vaktin sonunda makine bitirdiğini belli eden melodik sesini çıkardığında yataktan kalktım ve banyoya ayakkarımı süre süre yürüdüm. Çamaşırlarla birlikte balkona çıkarken teli açıp çamaşırları sermeye başladım. Annemin öğrettiği şekilde çamaşırları asarken sokaktan gelen toplu kahkaha sesleriyle birden oraya döndüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAVİOR || Taekook
Fanfiction"Geleceğin olduğumu bildiğin için bana geçmişini öğrettin..."