Gözümü açtığımda kendimi bir hastane odasında bulmayı bekliyordum fakat ellerim, ayaklarım ve gözlerim bağlı bir şekilde bir yere otururken buldum. Nerde olduğuma dair bir fikrim yoktu fakat etrafın kokusundan anlaşıldığı üzere çok eski bir yerdeydim. Çünkü etrafta çok ağır bir küf kokusu vardı.
Olduğum yerde kıpırdanıp hareket etmeye çalıştım ama ipler o kadar sıkıydı ki kımıldayamıyordum. En sonunda bir ses duydum kalın bir erkek sesiydi duyduğum konuşmuyordu kendini belli etmek ister gibi birkaç defa öksürdü. Gözümdeki bandana misali şey çıkarıldı ve bulunduğum yer depo gibi bir yerdi ve çok ufaktı. Burda sadece ben ve karşımdaki üç adam vardı. Arkadaki ikisi iri cüsseleriyle, siyah gözlük ve kulaklıklarıyla koruma olduklarını açıkça belli ediyorlardı. Üçüncü kişi patron olmalıydı.
Yerimde kıpırdanmaya başlamıştım. Bu ipler gerçekten canımı acıtıyordu. Korkmuş bir şekilde sordum '' Kimsiniz? Burası neresi? Neden burdayım ben? Bana ne yapacaksınız?'' Patron olduğunu düşündüğüm adam tam karşıma geçip gözlerimizi aynı hizaya getirdi. Ondan korkmuştum çünkü gözlerinin rengi gerçekten ürkütücüydü. Çok yoğun bir siyahı vardı gözlerinin. Daha sonra sorularımı tek tek cevapladı ve ben her defasında biraz daha şoka girdim.
''Öncelikle küçük hanım ben Tuğrul Kaya Saf Kanlar'ın yöneticisiyim. Burası Ölüler Şehri diye bilinir. Sen burdasın çünkü benim çetemin bir üyesi olarak yetiştirileceksin. Sana ne yapacağımıza gelirsek orası çok karışık. Onu zamanla anlar ve alışırsın.'' Yüzüne biraz alalık takınarak bitirdi sözlerini.
Geriye çekileceği esnada ben konuştum bu sefer '' Saf Kanlar mı, Ölüler Şehri mi, ne çetesi?'' ''Hem neden ben sana hizmet etmek zorundayım ki? Yani neden ben, niye ben?''
Yeniden bana dönerek ''Bana hizmet ediceğini kim söyledi?'' dedi dudağının bir kenarını kıvırarak. '' Sen sadece bir asker gibi yetiştirileceksin. Başka soru yok. Birazdan birileri gelip seninle ilgilenecek. Sakın kaçmaya çalışma çünkü burası Ölüler Şehri burda ölümden başka çıkış yok.'' dedi öfkesi gözlerinden okunuyordu.
Gerçekten korkmuştum. Kısa bir süre sonra içeri başka iki kişi girdi ve ipleri çözdüler ama gözlerimi yeniden kapattılar. İki kolumdan tutup götürmeye başladıklarında karşı koymaya çalışsam da o kadar büyük cüsseleri vardı birini bile durduramazdı benim zayıf bedenim.
Depodan çıkarıldıktan sonra bir arabaya bindirildim. Hala neler olduğunu anlamamıştım ve hesap soramicak kadar şoktaydım. Tek düşündüğüm şey burdan bi şekilde kaçmam gerekliydi. Bana ne yapacaklarına dair hiç fikrim yoktu.
Araba son sürat ilerlerken bi anda durdu ve ben bu beklenmedik hareket sonucu öne doğru düştüm. Gözlerimin bağlı olması çok kötü bi şeydi. Bi anda birkaç el silah sesi duydum ve refleksle ellerimle kulaklarımı kapattım. Birileri bağırıyordu ama anlamıyordum. Bi anda benim bulunduğum tarafın kapısı açıldı ve biri beni kolumdan çekip dışarı çıkardı. Daha ne olduğunu anlayamadan sürüklenmeye başladım.
Hala silah sesleri duyuyordum ve beni çeken kişi öyle hızlı koşuyordu ki ona yetişmek için nerdeyse düşüyordum. Bi anda durdu ve gözümdeki şeyi çıkarıp bi kenara fırlattı.
Ormanlık bir alandaydık hava kararmıştı ve karşımda sarı saçlı kahverengi gözlü benden bir iki yaş büyük duran bir çocuk vardı. " Kimsin?" diye sordum. Ama duyduğundan emin değilim çünkü etrafa bakmakla meşkuldü. En sonunda bana bakınca tekrar sordum " Kimsin?"
"Ben Pars Sargı Zetas çetesinin yöneticisiyim." diye tanıttı kendini.
Ne çeteymiş arkadaş! Daha kaç tane yöneticiyle tanışacaktım acaba.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sonsuz Ölüm
Teen FictionOkula gitmek için bindiği otobüste bambaşka bir hayata başladı. Alara Samru bir lise öğrencisiyidi ama artık bir asker ve aynı zamanda bir ajan olmak zorundaydı. Bayıldıktan sonra gözlerini hiç bilmediği bir yerde açınca dik başlılığından dolayı her...