Jin bir ayı kapanına sıkışmış gibi ağrıyan kafasını diğer yana çevirmeye çalışıyordu. Yediği soğuk; kemiklerine, ciğerlerine ve tenine hiç iyi gelmemişti. Yüzü yanıyor, normal nefes almaya çalıştığında sürekli öksürüyordu. Uyumaya çalışsada en sonunda uyuyamayınca evin rutubetli tahta duvarlarında saat aramaya başladı. En köşede, askılığın kenarında olan duvar saatine baktı "09.25" geceyi atlatmanın verdiği huzurla rahat bir nefes verdi. Yatmaktan öylesine bıkmıştı ki doğrulmaya çalıştı.
Fakat ciğerlerine saplanan acı ile gözü doldu ve acıyla inledi. Mutfaktan elinde kahvesi ile gelen Namjoon bunu görüp eliyle önce Jin'in kolunu sonra başını kavradı. Kocaman ellerden birisi kafasını diğeri sırtını destekliyordu.
"Jin! hey napıyordun öyle" Jin çıkan yabancı sese anlam veremeyip konuşan sese doğru döndüğünde gerçeklik yüzüne tokat gibi çarpmıştı.
"Hey, hey beni hatırladın mı? Noldu bir yerin mi acıyor. Kontrol etmiştim oysaki yaran yoktu." Jin, endişe ile cümleleri sıralayan adama baktı."İyiyim sadece" Jin ciğerlerine tam anlamıyla nefesini çekemediği için konuşmak onun için bir işkenceydi. Namjoon adamın zorlandığını anlayıp Jin'in arkasına bir yastık koydu, başını yavaşça yatırdı.
"Tamam üzgünüm unuttum konuşmamalısın ama tepki verebilirsin. Çorba pişirdim yiyebilecek durumdaysan kafanı salla." Namjoon yavaşça konuşurken yüzünü inceleme fırsatı buldu Jin. Namjoon'un çekik ince gözleri, kısa kahverengi saçları ve dolgun dudakları vardı. Boyu Jinden uzundu öyleki otururken bile ona doğru yüzünü kaldırmasa gözlerini göremezdi. "Hey! Jin sen beni dinledin mi?" Diye sordu Namjoon, sesindeki endişe ve şefkat tonunu asla bırakmaması Jin'in o kadar hoşuna gitmişti ki sabaha kadar bu ses tonu ile konuşsa onu dinleyebilirdi.
Jin kafasını usulca salladı, neticede o kadar uzun süredir yemek yememişti ki elleri titriyor, karnına kramplar giriyordu. Namjoon, Jin'e hafifçe gülümseyip askılığın olduğu köşedeki kapıdan içeri girdi. Çok geçmeden elinde bir tepsiyle geri geldi. Gece boyunca endişeden kırk takla attığı sandalyeye oturup tepsiyi Jin'in kucağına bıraktı. Burnuna gelen yoğun koku ile yüzünü buruşturdu Jin. Namjoon ise kaşığı çorbaya daldırıp bir kaç saniye üfleyip Jin'e doğru uzattı.
"Kokusuna rağmen lezzetli değil mi?" Jin konuşamıyordu ama kafasını salladı kendine dürüst olursa kokusuna göre tadı berbat değildi.
"Bir Türk tarif kitabından buldum adı Tarhana'ydı galiba kışın insanın kemiklerini ısıtıyor." Namjoon yavaşça üçüncü kaşığıda Jin'in ağzına götürünce Jin midesinde bir şeylerin yanmaya ve kavrulmaya başladığını hissetti. Kusma isteğine engel olamayıp bir elini ağzına götürdü. Namjoon bir anlığına unuttuğu endişeyi geri kazanmışken Jin'in yüzüne korkarak baktı. Kucağındaki tepsiyi bir kenara koyup yüzünü Jin'in yüzüyle eşitledi. Bir anda gözlerine bakmak kalbini tekletsede konuşmaya başladı:"Az daha dayan tipi geçti yollar açılsın hemen şehire ineriz" dedi. Yine sadece kafasını sallayabildi Jin ama onunla konuşamadığı için kendisini kötü hissetmekten alıkoyamamıyordu. Kendisini var olan tüm gücüyle sıkıp "Teşekkür ederim" diyebildi. Namjoon ise insanın içini öldüren gamzeleri ile Jin'in gözlerine bakıp:
"Hadi yemeğini ye sonra yola çıkarız" dedi. Jin yemeğini bitirdiğinde onunla yolunun ayrılacağını bildiği için kaplumbağadan bile yavaş yedi yemeğini. Namjoon, yemek bittiğinde her yeri toparlayıp gözden kayboldu. Geri geldirken Jin'in daha fazla üşümemesi için en küçük kapşonlularından birini aldı. Dolabında duran kahverengi atkıyıda alıp Jin'in yanına gitti. Elindekileri yavaşça Jin'e uzattı:
"Giyebilirsen kendin giy. Dışarısı hala çok soğuk." Jin tişörtünün üstüne ona 2 kat büyük gelen kıyafeti giydi ve en sonunda montunu giydi. Namjoon'un elinden destek alarak ayaklandı. Fakat tek başına ayakta durabileceğini anladığında Namjoon'un kolundan elini yavaşça çekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Just a Two Of Us // Namjin
FanfictionKarlı bir fırtınada arabanızdan inerseniz ne mi olur? Belki birinin kapısını çalıp o adama aşık olabilirsiniz?